Konya Ticaret Odası’nın çıkardığı “Konya Kitabı” serisinin on sekizincisi olan Konya Vakıfları, iki cilt halinde ve birbirinden kıymetli makalelerin yer aldığı muhteşem bir eser olmuş.

Kıymetli meslektaşım ve kitabın yazı işleri müdürü Mustafa Akgöl’ün ifadesiyle bu eser için on dört ay emek verilerek bizlere sunuluyor olması da, alın teri açısından önemli bir ayrıntı.

Bu eseri kitaplığımıza kazandıran KTO Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Öztürk başta olmak üzere kitabın editörleri olan kıymetli ilim insanları Prof. Dr. Caner Arabacı’ya, Prof. Dr. Nesimi Yazıcı’ya, Prof. Dr. İsmail Kıvrım’a, Doç. Dr. Ahmet Akman ile Doç. Dr. Mustafa Akkuş’a ve makaleleri ile yer alan yazarlara, emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. İlk cilt tamamen Selçuklu-Beylikler dönemine ayrılmış. İkinci ciltte ise Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ait vakıflarla ilgili yazı ve makaleler yer alıyor.

Konya Medyası, Konya Ticaret Tarihi, Selçuklu ve Osmanlı döneminde göç tarihinin merkezi konumunda olan Konya’dan Balkanlar’a, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethedilen İstanbul’a varıncaya kadar ele alınan göçler de şüphesiz okunması gereken önemli eserler.

***

Konya Aydınlar Ocağı, geçtiğimiz Salı günü Konya Vakıfları adlı eserin altında imzası olan Editörlere, Selçuklu Salı Sohbetleri’nde bir araya getirerek bu kitabın bir özetini sunma yönünde önemli bir fırsat verdi. Doğrusunu söylemek gerekirse hem ilim insanları, hem Prof. Dr. Alaattin Aköz’ün katkısı, hem de dinleyiciler arasında gayet güzel ve makul soruların sorulması ile birlikte sohbet daha da koyulaştı. Karşılıklı olarak düzeyli tartışmalarla bu hamurun daha çok su götüreceği de ortaya çıktı.

Meselâ, Prof. Dr. Caner Arabacı’nın “Özellikle 1924 sonrasında biz vakıflar konusunda yanlış yaptık. Vakıfları dışladık, kapattık, sattık. Hatta resmen ilânla vakıf satışları var. Neden? Çünkü vakıflar İslâm medeniyetini besleyen kurumlardı. İslâm medeniyetini yücelten kurumlardı. Ama şöyle bir anlayış bize musallat oldu. “İslam bizi geriletiyor. Vakıflar da gericiliğin merkezi” gibi bir anlayış. Bunun için vakıflar da biraz tırpan yedi.” şeklindeki açıklamalarına yönelik olarak Prof. Dr. Alaattin Aköz, şu sözlerle itiraz etti: “Sizin bu konuşmanıza bir düzeltme yapmam gerekiyor. Vakıf satışı Cumhuriyet’e mahsus bir şey değil. Osmanlı devletinde de vakıflar satılır idi. Osmanlı devletinde en çok vakfı mülke ve mihre çeviren Fatih Sultan Mehmet’tir. İlk büyük vakıf teftişini yapan Fatih’ti. İkinci büyük vakıf teftişini yapan II. Mahmut’tur. O da pek çok vakfı mihre çevirmiştir. Üçüncü büyük vakıf teftişi de Cumhuriyet devrinde yapılmıştır. O satış olayı dinleyicilerde yanlış bir şey kalmasın. Sizin söylediğiniz gibi İslâm karşıtlığı falan değil. Osmanlı döneminde de vakıflar mütevelli izni ve Kadı kararıyla satılır idi.”

***

Vakıf satışları konusunda Ahmet Akman hoca da söz alarak şunları dile getirdi: “1926’dan 1935’e kadar Hükümet programlarında, bütçe kanunlarında yer alıyor. Vakıflar tasfiye edilmeli, edilecektir diye. Parti programında yer alıyor. Meselâ adam milletvekili seçilecek vakıfları tasfiye edeceğim diye iddiası var. Burada benim anladığım kasten satış. Yalnız Osmanlı’da bu anlamda da var. Avarız vakıflarını 1867’lerde falan maarife devrediyorlar. Hukuki alt yapısı oluşmadan da. 1930’daki Belediye Kanununun 30.maddesinde de avarız vakıflarının belediyeye aktarıyorlar.”

***

İsmail Kıvrım hoca da, “Konya’daki vakıfların yüzde 76’sı 19’uncu ve 20’inci yüzyılda kurulmuş. Sebebi ne ola ki?” sorusuna kendisi şöyle cevap verdi. “Bu vakıfların tamamı para vakfıdır. Niye para vakfı? Tanzimat’tan sonra devlet vakıf kurmaya müdahale ederek vakıf yapacak kişilerin binaları sağlam yapması, vakfın işletmesine ve tamirine yetecek derecede akar bırakmak zorunluluğu getirmiş. Demek ki bundan önce yapılanlar vakfı karşılamıyormuş. Yeni çıkarılan mevzuatlarla 19.yüzyılın ortalarında yeni vakıf tesis etmek zorlaştı diyor. Nitekim hayırseverler yeni vakıf kurmak yerine daha önce kurulmuş mevcut bir vakıf eserin bakım ve onarımını sağlamayıp; cami, mescid, zaviye gibi binaların ısınma, aydınlatma, temizlik ve donatım giderlerini karşılamayıp; buralarda hizmet gören personelin ücret ve sosyal durumlarını düzeltmeyi para vakıfları yoluyla karşılama yoluna gitmişlerdir. Nitekim vakıf kurma bilinci zengin sınıftan halk tabanına da yayılmıştır. Bunun sonucu olarak da bu yüzyılda para vakıflarında büyük bir artış olmuştur. Para vakıfları da Osmanlılara özgü para vakıflarıdır.”

Nizâmiye Medresesi’nin Yerinde Tekel Binası Var

Caner hoca da vakıfların satışıyla ilgili cevap hakkını kullanarak şu acı gerçekleri dile getirdi: “1925’ten itibaren satış ilanıyla yoğun bir şekilde vakıf satışı ve parselleme var. Meselâ Konya’nın arazi defterleri var idi Özel İdare’de 100 küsur defter. Bu defterleri ben bir ara yoğun bir şekilde incelemeye çalıştım. Vakıfların parsel parsel kimlere ve kaç liraya, kaç kuruşa hangi tarihte satıldığıyla ilgili bolca malzeme var. Vakıf eserler satılır. Şöyle birörnek vereyim. Meselâ, Ziyaiye diye Şerafeddin’in hemen batısında şuan kadın-erkek tuvaleti olan Konya’nın bir çok âliminin, müftüsünün yetiştiği köklü bir vakıf medrese var. Ziyaiye Medresesi’nin kesme taştan Cumhuriyet devrinde çekilmiş fotoğrafları var. Bacalarıyla kesme taştan sağlam bir medrese. Resmen yıkılır ve tuvalet yapılır. Medrese tuvalet yapmaya lâyıktır çünkü. Tuvalet olmaya lâyıktır. Meselâ Nizamiye diye Evliya Çelebi’nin özelikle üçüncü ciltte öve öve bitiremediği bir Selçuklu medresesi var. Adı Nizamiye. Resmen tepesine işçi ve asker çıkartılır. Fahrettin Altay Paşa’nın işidir. Dibine kadar yıkılır. Konya medreselerinin en şahane olanı der. İnce Minare’nin karşısına geçtiğinizde hayran kalırsınız. Müthiş bir sanat eseridir. O daha güzelmiş demek ki. Tepesine çıkılıp dibine kadar yıkılan o vakıf medresenin yerine tuvalet yapılmaz, Tekel İnhisar binası yapılır.