1
Tıp doktoru, akademisyen, boksör, halterci ve şampiyon güreşçi… Aynı zamanda savaş ve afet bölgelerine bir hekim olarak yardıma koşan sosyal duyarlılık sahibi bir insan. Konya Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü ile çocukluk ve öğrencilik yıllarını, tıbbiye dönemini, İslâm ve Türk coğrafyasında yaşanan savaşlar sırasında verdiği yardım hizmetlerini konuştuk.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Büyük Türk milletinin, Oğuzlar boyundanız. Kayı aşiretinden Keçili taifesinin Sarıkeçililer Oymağından gelen bir Yörük obasına mensubuz. 1856’da Islahat Fermanından sonra iskân Politikası sıkı tutulunca dedelerimiz Akşehir ve Tuzlukçu bölgesine gelip Haremi, Şuhut, Avdan, Büyükoba gibi köylerin kurulmalarını vesile olmuş. Hacı Hasan dedemiz de 1883’de, Sarayönü’ne bağlı olan Çeşmelisebil, yani eski adıyla Zebir’e gelip yerleşmiş. Ben de Çeşmelisebil’’de 1955 yılında dünyaya geldim.
O zamanki köy kültürünü incelediğimizde, toplumda genel olarak milli duyguların güçlü ve coşkulu fakat İslâmî bilginin zayıf olduğunu görürüz. Bu sebeple, Osmanlının yıkılıp Cumhuriyetin kurulması ve batılı tip insan yetiştirerek Osmanlı izlerinin silinmesi döneminde, 1950’lere kadar bizim köyde; okul da olmayınca insanlar cahil olarak yetişmiş. Bilgili erdemli insanlar ise savaşlarda şehit olmuş. Rejim değişikliği döneminde insan yetişmeyince de cehalet hâkim olmuş. Çocuklar erken yaşta önce küfürlü sözler söylemeye hemen ardından da sigara içmeye alışırdı. Bütün bunlara rağmen babam Cebel Hasan sigara içmeyen ve küfür etmeyen dürüst bir insan olarak yetişmiş, evin tek oğlu olarak da babasına işlerinde yardım etmiş.
Tahsil hayatınız nerede başladı ve hangi okullarda eğitim aldınız?
Çocukluğumun ilk yılları köyümüzde geçti. Babamla, kardeşlerimle tarla işlerine koştururken köyümüzdeki ilkokulda eğitime başladım. Okulumuz iki sınıflıydı. Bir, iki ve üçüncü sınıf öğrencileri aynı sınıfta, dört ve beşinci sınıflar da diğerinde eğitim görürdü. Bizim öğretmenimiz Edirneli Deli Metin, uçurtma uçururdu. Sami ağabeyimin öğretmeni Onur Berkarda ise yıllar sonra Yargıtay Hâkimi olan İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bülent Berkarda’nın kardeşiydi.
Bir gün sünnete gittiğimiz evin köpeği beni ısırınca ertesi gün babam kuduza karşı tedbiren Konya Devlet Hastanesine getirdi. Göbek etrafından yirmi gün iğne vurdular. Evden her gün gelip iğne yaptırmaya alıştım. Bu olay vesile oldu ve 17 Eylül 1961de, yani Başbakan Adnan Menderes’in idam edildiği gün, babamın Gazialemşah mahallesinde önceden satın aldığı eve taşındık. Köylülerin Hayat mecmuasına basılan idam fotoğraflarına bakıp ağlaştıklarını unutamam.
İkinci sınıftan itibaren Altınçeşme İlkokulunda devam ettim. Okulumuz ahşap, mimarisi güzel bir binaydı. Burası eskiden Fransız Kız Mektebiymiş. Mahallemiz ise Balkanlardan gelen çingenelerle taşradan gelenlerin yerleştiği bir semt idi. Fakat eskiden Türbe önünden sonra Konya’nın en mutena semtiymiş. Biz geldiğimiz yıllarda bu özelliğini kaybetmiş ve Anıt civarı itibar kazanmıştı. Şimdi oraya beş altı mahalle birleştirilerek Şükran Mahallesi adı verildi. Rumlardan kalan metruk evler vardı. Balkanlardan göç edenlerin çoğu da o evlere yerleşmişti.
Üçüncü sınıfta kaydımı 19 Mayıs İlkokuluna naklettirdik. Burası Konya’daki en iyi iki okuldan biriydi. Beşinci sınıfa kadar orada okuyup mezun oldum. Herkesin önlük rengi siyahken bizimki maviydi. Başöğretmenimiz de bayandı.
İlkokuldan sonra Karma Ortaokuluna başladım. Babam da bizi sürekli Kapu Camiine, Konya Müftüsü Tahir Büyükkörükçü Hoca Efendinin meşhur vaazlarını dinlemeye götürürdü. Onun hitabetinden, anlattıklarından çok etkilendim. Ben Hoca Efendiyi çok severim.
Üç tekerlekli bisiklet imalatı yapan Yıldırımlar bizim komşumuzdu. Ben de çocukken dükkânlarına gidip yardım ederek iş hayatını orada tanıdım, zorluğu gördüm. Bu tecrübe okumamda etkili oldu.
Ortaokuldan mezun olunca 1968’de Konya Erkek Lisesine başladım ama oradan mezun olmadım. Abim yetişmiş, dünya görüşü gelişmişti. Ben Lise üçüncü sınıfa geçince abim okul kaydımı İstanbul Kabataş Lisesine aldırdı. Abim, 1968’de Liseyi bitirip Üniversiteye gittiği zaman dershane ve özel hoca nedir bilmiyordu. Üniversiteye gidince görmüş ve benim istifade etmemi düşünmüş. Okulumuz, İstanbul Ortaköy’de, Boğaz’da 15 Temmuz Şehitler Köprüsünün ayaklarının yanında Türkiye’nin en güzel manzaralı Lisesiydi. Ortaköy Cami ve tüm boğazı seyretmenin keyfini çıkardım. Sınıfımızın kapsında “Ömer Seyfettin bu sınıfta ders vermiştir” diye levha asılıydı. Faruk Nafiz Çamlıbel, Nihal Atsız gibi hocalar da okulumuzda ders vermiş.
Kabataş’ta okurken Feriköy’deki Konya Erkek Öğrenci Yurdunda kaldım, abim de yurdun öğrenci başkanıydı. Ben gittiğimde yurdun camları delik deşikti. Meğer on beş gün önce yurt silahlı kişilerce taranmış.
Dünyanın en uzun süreyle tahtta kalan İngiliz Kraliçesi Elizabet İstanbula gelmişti. Cadde üzerindeki beş okul yan yanaydı ve Kraliçe o yoldan götürüleceği için herkese İngiliz bayrağı verilerek alkışlatıldı. Fakat ben “İngiliz kraliçesini alkışlamam” deyip İngiliz bayrağını elime almadım.
Konya’da iyi bir öğrenci olmama rağmen, Kabataş Lisesine gidince oradaki öğrencilerden daha geride olduğumu fark ettim ve daha fazla çalışarak Tıbbiyeyi kazanacak seviyeye geldim.
Sizin bir de sporcu yönünüz var. Spora ne zaman ve nasıl başladınız?
Ortaokulun ikinci yazında boks sporuna başladım. Çünkü boks bizim yapacağımız, bize yakışan sporlardan biriydi. Antrenörümüz Ali Kılınçoğlu beni severdi ve büyük boksör yapmak istedi. Ferzande Işık, Hamdi Yiğit, İsmail Odunkıran, Mehmet Kumova gibi arkadaşlarımız vardı. Fakat babam, okul hayatımı etkileyebileceği düşüncesiyle spor yapmamı yasakladı. Ben de ısrarla spor yapmak istiyordum, inatlaştık. O güne kadar sınıfları başarıyla geçmiş olmama rağmen babama inat o sene sınıfta kaldım. Sonra da babama “Sen sporu yasaklayınca böyle oldu” deyip spor yapmaya müsaade aldım.
1969 yılında Lise birinci sınıftayken 51 kiloda Konya Erkek Lisesi Takımında dövüştüm ve şampiyonluk maçında Mehmet Kumova’ya yenilip Konya ikincisi oldum. Başarılı bir boksör olmama rağmen boksun doğru spor dalı olmadığını düşünüp bu sporu terk ettim. Fakat spordan kopmayıp Mustafa Ferahlar’ın Antrenör olduğu halter sporuna başladım. Kısa zamanda halterde de mesafe kat edip 56 kiloda Konya şampiyonu, ardından Türkiye beşincisi oldum. İki sene devam ettikten sonra, demiri kaldırıp indirmenin aptal sporu olduğunu düşünüp bıraktım.
Yine de kopmayıp güreşe başladığımda Lise ikinci sınıftaydım. Mersin ve Antalya’da yapılan müsabakalarda da mindere çıktım. Rahmetli Duran Koçak Antrenörümüzdü. Oğulları Erdoğan, Sümer ve Necip Koçak ile Mehmet Aslandağ, Ali Yerlikaya gibi arkadaşlarla güreş yaptık. Konya şampiyonasında 62 kiloda mücadele ettim ve finalde Mehmet Aslandağ’a yenilip Konya ikincisi oldum. Güreşi diğerlerinden daha çok sevdim. Çünkü ben yüze vurmayı haram bilirim.
Lise don sınıfta Kabataş Lisesine gittiğimde de, Konya’da edindiğim spor altyapısı sayesinde güreş takımının kaptanlığını yaptım ve Liseler Arası İstanbul Şampiyonasında ikinci oldum.
Güreşe Liseden sonra da devam edip MTTB’nin ve İstanbul Üniversitesi’nin güreş takımında mindere çıktım. 1973 yılındaki Üniversiteler arası müsabakalara serbest stilde 62 kiloda katılıp İstanbul Bölge Şampiyonu oldum. İstanbul’u temsilen Denizli’de Türkiye şampiyonasında ise Türk ve Dünya güreşinin marka isimlerinden olan Dünya Şampiyonu Yaşar Doğu’nun oğlu Gazanfer Doğu’yu da yenip finale çıktım. Finalde rakibimle aynı puanı alınca ikimiz birlikte şampiyon ilan edildik.
Güreş hocam Nurettin Atan bana “Küçük Yaşar Doğu” diyerek iltifat ederdi. Spora da öylesine âşıktım ki spor yapmadığım günü yaşanmamış kabul ederdim. Ama vatan millet sevdalısı olduğumuz için sporu lüks görüp ideolojiye yöneldik.
Tıbbiye okumaya odaklanmış mıydınız yoksa sınavda aldığınız puandan sonra mı karar verdiniz?
Konya Lisesinde öğrenciyken, öğretmenler “Ne olmak istiyorsun?” diye sorduklarında tarihçi olmak istediğimi söylerdim. Benim yaşantımı bilenler de, “Sen Milli Eğitim camiasında sıkıntı çeker, takıyye yapmak zorunda kalırsın. Tıbbiyeye gidersen böyle bir zulme maruz kalmazsın” diyorlardı. Kabataş’ta okurken Gökçen ve Murat dershanelerine giderek takviye ders aldım. Tek hedefim şehir olarak İstanbul’da, okul olarak da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde okumaktı. Allah da bunu nasip etti. Ağustos 1972’de sınav sonuçları açıklanınca, arzu ettiğim şehirde ve okulda okuma fırsatı yakaladığıma sevindim.
İstanbul’da talebe olmak sizin kültürel gelişiminize nasıl katkı sağladı?
Üniversite talebesiyken MTTB’nin bütün faaliyetlerine katılırdım. Ömer Öztürk’ün başkan olduğu MTTB’nin efsane yıllarıydı. Gelip gidenler arasında İsmail Kahraman, Burhanettin Kayhan, Raşit Ürper, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Halil Ürün, Mehmet İncili gibi pek çok, zaman içerisinde Adalet Partisi, ANAP, MHP, MSP ve AK Parti’de siyaset görevi alacak insan vardı.
Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün verdiği konferanslarla da MTTB’li gençlerin okul dışı donanımları artırılırdı. En etkili konferansları Necip Fazıl Kısakürek verirdi. Samiha Ayverdi’lerin, Kubbealtı Cemaati Salı ve Cuma konferansları, Aydınlar Ocağı da Cumartesi konferansları düzenler, biz de kaçırmazdık.
MTTB Başkanı Ömer Öztürk ve Mehmet İncili ağabey gibi öncü kişilerin başkanlığında Necip Fazıl, Mahir İz, Nevzat Yalçıntaş, Süleyman Yalçın, Ali Nihat Tarlan, Salih Tuğ gibi zatları ziyarete giderdik sohbetlerinden istifade ettik.
Kanaat önderlerini de sık ziyaret ederdik. Nakşi meşayıhından Sami Efendi’yi Erenköy’de, Mehmet Zahit Kotku’yu pazar günleri İskenderpaşa’da, Mahmut Ustaosmanoğu’nu Çarşamba semtinde İsmail Ağa Camiinde ziyaret ederdik. Süleymaniye Camiinde Ali Rıza Demircan’ı, Şişli Teşvikiye Camiinde İmam Emrullah Ağabeyi dinlemeye giderdik. Mehmet Şevket Eygi ve Muzaffer Özak‘da ziyaret edip istifade ettiğimiz insanlardandı.
İdeolojik altyapınızı geliştirmek üzere neler yaptınız?
Yaşar Bilen’in Konya MTTB Başkanı olduğu dönemde Beyşehir Yakamanastır’da MTTB Mücahitler kampı benim başkanlığımda açıldı. Mustafa Çalışkan, Prof. Dr. Hasan Koç, Edebiyat öğretmeni Ali Işık, İngilizce Öğretmeni Sabri Bilici, Makina Mühendisi Hikmet Demet gibi pek çok arkadaşla on beş günlük kampta spor ve kültürel eğitim yaptık. İdeolojik mücadele için altyapı donanımızı sağlamak için dönemler halinde böyle kamplar yaptık.
Konya’ya gelişimizde MTTB’deki sohbetlerde İstanbul’da edindiğimiz tecrübelerimizi anlatır; H. Hüseyin Varol, Nevzat Arabacı, Hüsnü Çeşmeci, İsmet Demir gibi, gençlerimizle ilgilenen hocalarımızdan istifade ederdik.
Tıbbiyede branş seçimini nasıl yaptınız?
1974 Kıbrıs Harekâtında, Tıbbiyeden mezun olan veya ihtisas yapan MTTB’li bazı arkadaşlarımız da askere alındı. Döndüklerinde sohbet ederken, kendi ihtisaslarından ziyade ortopedist gibi çalıştıklarını söylediler. Ben de memleketimin kritik anında daha fazla işe yaramak için ortopedist olmaya karar verdim.
İstanbul Tıp Fakültesinden 30 Mart 1979’da mezun olduktan sonra 1 Haziran 1979’da Vakıf Gureba Hastanesinde göreve başladım. 12 Eylül darbesinden, hastaneye giderken yolda jandarmanın beni durdurup sokağa çıkma yasağı olduğunu söylemesiyle haberdar oldum.
Bu sırada, Başhekim Prof. Dr. Mazhar Özman, Vakıf Gureba Hastanesini bir Vakıf Üniversitesi Hastanesi yapmak için çalışıyordu. Bizlerde ilk asistanlar olacaktık. Fakat laik, seküler, masonik çevreler buna karşı direnç gösterdi. Konu Kenan Evren’e kadar intikal ettirildi, “Gerici yobazlar hastaneyi ele geçirdi” dediler. Sinema ve sanat dünyasının şöhretli isimlerini de hastaneye getirip; bizim gruba karşı kullanıyorlardı. Bunlardan biri de Fatma Girik idi ve bizim grupla arasındaki sözlü tartışmaları bugün bile gülerek hatırlarım.
İhtisas sınavlarında başarılı olduğum halde engellemelere takılınca askere gitmeye karar verip Konya’ya döndüm ve 1981’de Etimesgut’ta silahaltına alındım. Asteğmen olarak Kağızman’a görevlendirildim ve orada muayenehane de açıp eşimi ve çocuklarımı götürdüm.
Devamı Salı Günü