İslâmî literatürde kardeşlik karşılığında kullanılan Arapça uhuvvet, aynı ana babadan veya bunlardan birinden dünyaya gelenler arasındaki kan bağını belirtmesi yanında aynı sülâleye, kabile veya millete mensup olma, aynı inanç ve değerleri, dünya görüşünü paylaşma gibi ortaklık ve benzerlikleri bulunan kişi ya da gruplar arasındaki birlik ve dayanışma ruhunu da ifade etmektedir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “eḫ” md.). Kelime Kur’an ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda, Câhiliye telakkisinde soy birliğine ve kan bağına dayanan asabiyet kavramının karşıtı olarak tevhid inancını esas alan mânevî birliği, dayanışma ve paylaşma sorumluluğunu anlatmak üzere yaygın biçimde geçmektedir. Klasik sözlüklerde uhuvvet kelimesinin iki farklı çoğulundan ihvenin daha çok kan kardeşleri, ihvânın ise kan bağı olsun veya olmasın aynı inanç ve idealleri paylaşmaktan dolayı aralarında mânevî yakınlık bulunan kişileri ifade etmek için kullanıldığı belirtilmektedir (Lisânü’l-ʿArab, “eḫv” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de ihvan, çoğu mânevî kardeşlik olmak üzere her iki anlamda geçerken müminlerin birbirlerinin kardeşleri olduğunu bildiren âyet (el-Hucurât 49/10) dışında ihve kelimesi özellikle gerçek kardeşleri ifade eder. Fahreddin er-Râzî’ye göre bu istisnaî kullanımdaki amaç din kardeşliğinin en az kan kardeşliği kadar önemli olduğunu vurgulamaktır (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXVIII, 129). Kur’an’da kardeşlik kavramının farklı ilişki biçimlerini ortaya koyduğu görülmektedir. Nesep ilişkisi. Miras, evlenme gibi fıkhî düzenlemeler üzerinde durulurken kardeşlerden söz edilmesi yanında (bk. KARDEŞ) ahlâk açısından Hz. Âdem’in oğullarından Kābil’in kıskançlık ve menfaat duygularına mağlûp olarak kardeşi Hâbil’i öldürmesi (el-Mâide 5/27-31), yine kıskançlık yüzünden Hz. Ya‘kūb’un oğullarının kardeşleri Yûsuf’a ihanet etmeleri (Yûsuf 12/8-15) anlatılır. Ayrıca bazı âyetlerde müslümanların putperest akrabalarıyla ilişkileri çerçevesinde kardeşlerden de söz edilmekte ve müslümanların bunları dost kabul etmemeleri gerektiği bildirilmektedir (et-Tevbe 9/23-24; el-Mücâdile 58/22). Aynı soya ve kavme mensubiyet. Özellikle Hûd, Sâlih, Şuayb gibi peygamberlerin kendi toplumlarıyla ilişkilerinden söz edilirken bunlar kavimlerinin kardeşleri olarak takdim edilir. Kaynaklarda, bu bağlamda kardeşlik kavramının soy birliğini veya bütün insanların aynı atadan geldiğini ifade etmesi yanında peygamberlerin kavimlerine duydukları şefkati, dolayısıyla onların mânevî kurtuluşları için besledikleri arzuyu dile getirdiği belirtilir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “eḫ” md.; Zemahşerî, II, 86; Şevkânî, II, 249). İnanç, amaç ve davranış birliği. Kur’an bu açıdan müslümanları birbirinin kardeşleri olarak gördüğü gibi (Âl-i İmrân 3/103; et-Tevbe 9/11; el-Hucurât 49/10; el-Haşr 59/10) müslümanların dışında kalan inanç grupları arasındaki ortaklık ve iş birliğini de kardeşlik kavramıyla ifade eder. Buna göre inkârcılar ve münafıklar birbirinin kardeşleridir (Âl-i İmrân 3/156, 168; el-Ahzâb 33/18). Hatta Kur’an münafıklarla Ehl-i kitap arasında da bir kardeşlik ilişkisi kurar (el-Haşr 59/11). Fahreddin er-Râzî bu ilişkiyi iki tarafın da Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr etmesine, ona karşı tutumlarında aynı düşmanca niyeti beslemesine bağlar (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXIX, 288). Öte yandan mallarını benlik iddiası uğruna saçıp savuran veya müslümanları başarısız kılmak için harcayan putperestler kastedilerek (a.g.e., XX, 194), “Savurganlar şeytanların kardeşleridir” denilmekte (el-İsrâ 17/27), aynı ilişki A‘râf sûresinde de (7/202) yine kardeşlik kavramıyla belirtilmektedir. Hz. Peygamber, kabileci asabiyetin bir sonucu olarak kan bağına büyük değer veren bir zihniyet dünyasında her türlü ırkî yakınlığı değerler alanının dışına atmak, bunun yerine din ve inanç birliğini koymaya girişmekle tamamen yeni bir toplum tesis etmek gibi güç bir işe teşebbüs etmişti. Nitekim içlerinde Ebû Cehil’in de bulunduğu putperest liderler grubunun Resûlullah’ı Araplar içinde benzeri görülmemiş bir şekilde halkının atalarını kötülemek, saygın kişileri aşağılamak ve toplumda ayrılık tohumları ekmekle suçlaması (İbn İshak, s. 178), bunların neden Hz. Peygamber’in amansız düşmanları olduğunu açıklamaktadır. Resûl-i Ekrem aile, aşiret, nesep, kavim gibi kan bağına dayalı birlik duygularının ve ilişkilerin önemini kabul etmekle birlikte ilkel şekliyle şahsî veya ırkî çıkarlara yönelik olan asabiyet kavramının içeriğinde köklü bir değişiklik yaparak bu kavramı özellikle dinî öğretilerin yayılması, gerçeğin gün ışığına çıkarılması, daha faziletli bir toplum kurulması gibi yüksek hedefler için bir araç olarak değerlendirmiştir (bk. ASABİYET). İslâm’ın temel toplumsal dinamiği başından itibaren inanç birliği etrafında yoğunlaşan mânevî kardeşlik duygusu olmuş, asabiyetten kaynaklanan farklılaşma ve çatışma eğilimleri yok edilerek yerine ilkelerini Kur’an’ın belirlediği inanç ve değerler birliğine dayalı bir kardeşlik ruhu konulmuştur. Nitekim Âl-i İmrân sûresinde (3/103), Câhiliye Arapları’ndaki kabilecilik çatışmaları kendilerini bir yıkım noktasına sürüklemişken onların gönüllerinde barış ve kardeşlik duygularının gelişmesi, bu suretle de bir kardeşler topluluğu haline gelmeleri Allah’ın onlara bir nimeti olarak nitelendirilir. Zemahşerî, Araplar’ın Câhiliye döneminde ihanet ve düşmanlık duygularıyla sürekli savaş halinde olduklarını hatırlattıktan sonra âyetteki “kardeşler” kavramını bu bağlamda “birbirine karşı şefkat duyan, temel noktalarda uzlaşıp anlaşan topluluk” şeklinde açıklar ve bunun “Allah için kardeşlik” (el-uhuvve fillâh) olduğunu belirtir (el-Keşşâf, I, 451). “el-Hubbü lillâh” gibi bu tabir de İslâmî literatürde çıkar gütmeyen kardeşlik ve sevgi duygusunu ifade eder. Hz. Peygamber, bütün maddî varlıklarını Mekke’de bırakarak Medine’ye hicret etmek zorunda kalan Mekkeliler’le onlara kucak açan ve daha sonra kendilerine ensar (yardımcılar) adı verilen Medineli müslümanlar arasında “muâhât” denilen bir kardeşlik bağı kurmak suretiyle geçici mal ortaklığını da içine alan bir uygulama gerçekleştirmiştir. Hucurât sûresinde (49/9-13), “Müminler sadece kardeştirler” şeklinde kategorik bir hüküm konulmuş ve bu hükmün gerektirdiği ahlâkî ve insanî ödevler özetlenmiştir. Hadislerde de müslümanların kardeşliği ilkesi üzerinde önemle durulmuş ve aynı ödevlere daha ayrıntılı olarak yer verilmiştir (bk. bibl.). İbn Kuteybe’nin ʿUyûnü’l-aḫbâr’ı (IV, 3-134), Mâverdî’nin Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn’i (s. 148-226), Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i (II, 157-221) gibi geleneksel İslâm ahlâk literatüründe müslümanlar arasında kurulması gereken kardeşlik ve dostluk ilişkilerinin önemine, bu çerçevedeki hak ve sorumluluklara, muaşeret kaidelerine geniş yer verilmiştir. Tasavvuf kaynaklarında ilk zamanlarda sohbet ve müridliğin âdâbına dair bölümlerde kardeşlik konusuna da yer verilirken tarikatların ortaya çıkmasıyla bir tarikata veya onun kollarına mensup olanlara ihvan denilmeye başlanmıştır (bk. İHVAN).

KAYNAK: https://islamansiklopedisi.org.tr/kardeslik