Sorunlarımızın önemli bir kısmının “res privata”dan “res publica”ya sağlıklı bir geçiş yapmayı beceremediğimizden kaynaklandığına daha önceki yazılarımda da değinmiştim. Ülkemizin geçirdiği bu sıkıntılara ışık tutacağını düşündüğüm için, tekrara düşmek pahasına da olsa, konuya yeniden değineceğim.

 

*** 

 

“Res privata”da bir soy devletin sahibidir, yetki ve sorumluluk kalıtımla geçer. “Res publica”da ise herkese ait devlette herkes eşit yetki ve sorumluluğa sahiptir. Köydeki Mehmet Ağa'nın, şehirdeki Ahmet Efendi'nin “Âl-i Osman'ın mülküdür, keyfince tasarruf eder; ben işimi, aşımı bilirim, ondan ötesini sultanlar düşünsün” diyemeyeceği gibi hiçbir devlet görevlisi ya da siyasetçi “devlet benim, kimse benden hesap sormaz” da diyemez. 

 

Bu açıdan bakınca, “yahu herkes siyaset konuşuyor, amma da kutuplaştık” cinsinden şikâyetlerin ne kadar yersiz olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Herkes siyaset konuşmayacaksa ya da siyaseti sadece bazıları konuşacaksa “res publica” olmanın ne anlamı var? Memleketi Âl-i Osman ya da Âl-i Bilmem kim yönetir giderdi. O halde, sorunun herkesin siyaset konuşmasında değil, boşa doluya ve usûl adap bilmeden martaval okumasında olduğunu görmek ve siyasetin alanını daraltmamak gerek.

 

***

 

“Res publica”ya sağlıklı bir geçiş yapamayışımızın temelinde eğitimsizlikten tutun da tek adama biat etme kültürüne kadar birçok neden etkili olmuş olabilir. Bunların hepsi ilgili bilim dallarının erbabınca tartışılmıştır ve tartışılacaktır. Ancak, kanaatimce tartışma götürmeyecek bir neden vardır ki o da bu geçişin fevkâlade hızlı olmasıdır. 

Nutuk'ta yazılanlar aynen şöyle: Gazi Paşa Hazretleri bir gece yemek sırasında : "Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz" dedi. Orada bulunan arkadaşları, derhâl düşüncesine katıldılar. Yemeği bıraktılar. Gazi Paşa Hazretleri o dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşlarını görevlendirdi. 

İşte bundan ibaret “res publica” oluşumuzun hikâyesi!

 

***

“Olanda hayır vardır” derler. Geriye dönüp “res publica”mızı yeniden kuramayacağımıza göre yapabileceğimiz tek iş bulunduğumuz noktadan itibaren sağlıklı bir gidişata zemin hazırlamaktır.


Sanıyorum bu zemini siyasal katılımı olabildiğince arttırmakta bulabiliriz. Çağdaş anlamda gerçek bir katılımın ortaklık, yetki devretme, vatandaş denetimi biçiminde olabileceğini 14 Mayıs 2015 tarihinde yayımlanan “Katılım Merdiveni” başlıklı yazımızda belirtmiştik. 

 

***


Siyasal katılımın en çok bilinen türü seçimlerde oy kullanmak. Tabii ki önemli bir eylem! Ancak bu eylemi anlamlı kılan oy kullanmanın önünde ve arkasında neler olduğu. Önünde olanlara örnek vereyim: Adaylar nasıl belirleniyor? Arkasından olanlara örnek vereyim: Seçilenler neler yapıyorlar? Birileri size sizin sorunlarınızı bilmeyen, sizin tanımadığınız bir adayı dayatıyorsa ya da seçilenler halk için çok önemli yasaların kabul ya da red aşamasında el kaldırıp indiren birer robota indirgeniyorsa oy kullanmanın anlamı kalır mı hiç?


Sağlıklı katılımlarda adayları bizzat onları seçen kimselerin belirlemesi, yani sizi temsil edeceği başkalarınca söylenen birini değil, sizi temsil edebileceğini bildiğiniz kişilerden birini seçmeniz söz konusu. Temsilciniz seçildikten sonra da irtibatınızın kopmaması, sistemli bir biçimde isteklerinizin öğrenilmesi ve karar alma mekanizmalarına yansıtılması, sonuçlar hakkında bilgilendirilmeniz gerekli.

 

Bu noktada hiç unutulmaması gereken bir husus da şu: Temsilci, seçildikten sonla sadece kendini seçenleri değil, aday olduğu topluluğun tamamının temsilcisidir. “Bana oy vermeyenlerin semtine uğramam, işlerini yapmam, ne halleri varsa görsünler” bâbından ergen çocuk tavırları temsilciliğin ruhuna kökten aykırıdır.

 

Sağlıklı katılımlarda cemaat, örgüt, dernek, parti ya da devlet bireyi şekillendirme veya kalıba sokmanın peşinde olmaz; tam aksine bireyler kendi aralarında sağladıkları konsensus doğrultusunda bu saydığımız oluşumları şekillendirirler.

 

Gizli ya da açık, bizde siyasal arenada at koşturan her grubun gönlünde devleti ele geçirme sevdası yatar. Bu tam da “res publica” olma bilincine eremediğimizin bir göstergesi. Birlikte şirket kurduğunuz kişilerin elinden şirketi alma niyetiyle çalışmak gibi etik dışı bir tutum. Oysa sağlıklı katılımlarda devleti, iktidarı, erki “ele geçirme” diye bir kavram yoktur, çünkü bu saydıklarımız hepsi zaten herkesin elindedir.

 

***

Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır (Mevlâna)