Kim demiş ‘gurbet’, ‘sıla’, ‘özlem’, ‘hasret’ kavramları artık anlamını yitirdi, diye? Hayır yitirmedi. Şimdi daha da koyusunu, daha da erişilmezini yaşıyoruz aslında...

Bugünlerde, içinde yaşadığı şehri bile özledi tüm insanlık. Neredeyse bir yıla yakın bir zamandır evimizde adeta gurbeti yaşamaktayız. Zaman zaman mecburi ikametgâha tabi tutularak, çoğu zaman da uluslararası bir tehlike haline gelmiş olan, başımıza bir karabasan gibi çöken “çağın illeti” yüzünden kendiliğinden oluşan bir zorunluluktan dolayı evimizden dışarıya çıkamıyoruz.

Bundan yaklaşık bir yıl önce hemen hemen her gün uğrak yerim olan Zafer Bölgesine aylar sonra ilk kez yolum düştü. Gördüklerim yüzünden gözlerime inanamadım. Sanki bir başka şehrin hiç görmediğim bir semtine gelmiş gibiydim. Binalarda yapılan yenilikleri görünce “acaba” dedim kendi kendime; “acaba bu çalışmaları, insan kalabalıklarından uzak bir şekilde daha rahat bir ortamda, yapabilmeleri için mi, bizleri evlerimize özellikle hapsetmişler ya da evden çıkmamamız gerektiğini bizlere bu nedenle mi tavsiye etmişlerdi?” diye kendi kendime sormadan edemedim.

Elbette ara ara devlet gücüyle uygulanmış olsa da bu çalışmaların yer yer tamamlanmasına yetecek kadar bir süreyle de uygulanmamıştı sokağa çıkma yasakları...

Ancak ben ve benim gibi bu tavsiyelere uyduğu için, eskiden her gün uğradığı bu yerlere aylar sonra uğrayanların, gördükleri karşısındaki şaşkınlıkları da kayda değerdir diye düşündüm. Gerçekten de Konya’mızın, Bedesten Bölgesinden sonra Zafer civarının da benzer bir çalışma ile çehresinin değiştiriliyor olması, “övgüye değer bir husustur” diye düşünüyorum.

Benim yaşımda ya da benden daha büyük yaşlarda olanlar; “gurbet”, “sıla”, “hasret” ve “özlem” kavramlarını ta iliklerine kadar yaşamış olan bir nesil idi.

Kilometrelerce uzaklarda, çok farklı nedenlerle aylarca bazen de yıllarca zaman geçirmek zorunda kalıp, doğduğumuz ve sürekli yaşadığımız yerlere döndüğümüzdeki heyecan ve sevinç duygularının benzerleriyle karşılaşıyoruz şimdi. Bu kavramların, çağımızın iletişim ve ulaşım araçlarının çok hızlı değişim göstermesi nedenleriyle “artık anlamsızlaştığını” söylediğimiz bir zaman diliminde bu “küresel illet”, kendi yaşadığımız şehrin sokaklarına dahi hasret bıraktı bizi. Şehrin sokaklarında, caddelerinde ve çarşılarında birlikte çay yudumladığımız dostlarımızı özletti.

Dostlarımız, akrabalarımız, arkadaşlarımız, tanıdıklarımız içinden ebediyen aramızdan aldığı canların defin hizmetlerine dahi katkı yaptırmıyor bizlere... İstiyor ki özlemlerimiz öbür dünyaya kadar sürsün. İstiyor ki gurbette, sıla hasretiyle yanıp tutuşalım, bir başımıza gidelim ebedi istirahatgâhımıza...

Artık, kendi evimiz bile içinde yaşadığımız şehrin gurbeti gibi oldu.

Merhum Şair Kemalettin Kamu’nun bundan 40-50 yıl önce dillerden hiç düşmeyen güftesi, yine Merhum Bestekâr Yıldırım Gürses’in o güzelim bestesi ve nağmesiyle, “Gurbet O Kadar Acı ki” şarkısı sanırım bugünlerde yeniden liste başı olacak.

Gurbet o kadar acı ki, ne varsa içimde.

Hepsi bana yabancı hepsi başka biçimde.

Ne bir arzum ne emelim yaralanmış bir elim.

Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde.

Eriyorum git gide elveda her ümide,

Gurbet benliğimi de bitirdi bir içimde.