2
Efendim Kızılay’a dönelim. Neler yapıyor Kızılay?
Kızılay’ın tarihi ile ilgili çok kısa bir bilgi verelim. 1850’li yıllarda Solferino savaşlarında, o dönemi yaşamış, savaşları, esirleri vesaire görmüş İsviçreli Henry Dunant bazı olayları görüyor, esirlerle, yaralılarla ilgili. Onların ettiği zalimliklere şahit oluyor. Bu arada Cezayir savaşları sırasında Abdulkadir Cezairi’yi de tanıyor. Onların esirlere yaptığı davranışı görüyor. Hıristiyanlar eserleri öldürüyorlar, yemek vermiyorlar, aç susuz bırakıyorlar. Müslümanlar ise esirlere kendi yedikleri yemekten yediriyorlar, ikram ediyorlar. Henry bundan da çok etkileniyor. İşte bazı toplantılar neticesinde de Dünya Kızılhaç Teşkilatı kuruluyor. Osmanlı’da birçok toplantılara davet ediliyor. Bu gelişmeler üzerine, 1868 yılında Sultan Abdülaziz döneminde Osmanlı Hilali Ahmer Cemiyeti kuruluyor. Ambleminde de “Vatana muhabbet, yaralılara muavenet” yazmaktadır. Yani hem esirlere hem yaralılara, hastalara yardım amaçlı kuruluyor.
Ve o zamanki Sadrazam, Serdar-ı Ekrem, yani Başkomutan olmak üzere üç de doktorla bu cemiyet kuruluyor. Ve kuruluşunda Sultan Abdülaziz kendi özel servetinden, neredeyse yarısını altın olarak Hilal-i Ahmer’e bağışlıyor. Hatta bu altınların az bir kısmının sembolik olarak günümüzdeki Merkez Bankasında saklandığını Genel Başkanımız bize izah etmişti.
Bu altınların çoğu Kurtuluş Harbi döneminde, Mustafa Kemal Atatürk’e vatanın kurtarılması için veriliyor. Vatan kurtulduktan sonra ülke belirli bir noktaya gelince Kızılay’ın altınları geri iade ediliyor. Yani Kızılay’ın misyonu çok farklı. Böyle aşamalardan geliyor.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Türkiye Hilali Ahmer Cemiyeti oluyor. Daha sonra 1930’larda Türkiye Kızılay Cemiyeti oluyor. Daha sonra 1930-35’lerde Türkiye Kızılay cemiyeti oluyor. 1950’den sonra da Türkiye Kızılay Derneği haline geliyor.
Kızılay, tarihi sürecinde neler yapmış?
Kızılay ilk kurulduğu Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında hem Ordunun sağlık işlerini yürütüyor hem de Türkiye’de yardımcı sağlık kuruluşlarını yetiştirme görevi veriliyor. Yani ebe, hemşire, hasta bakıcı okulları hep Kızılay okulları, 1947’ye kadar.
Mesela bir arkadaşım vardı, rahmetli oldu. Onun anneannesi vardı, Kızılay’ın hemşire okulunda yetişmiş. Atatürk’ün hastalığında da ona bakıcılık yapmış, ben tanıdım kendisini. İstanbullu tabi kendisi, Konyalı değil. Ankara’da otururdu.
Yani Kızılay’ın kısaca tarihçesini böyle ifade edersek, bugün geldiğimiz nokta 150 yılı geçkin bir tarihe sahip. Belli evrelerden geçmiş, şu anda Kızılay’ın birinci görevi; yine yasalarla verilmiş Türkiye’nin kan ihtiyacını karşılamaktır. Kan faaliyetleri yapıyor.
Bugün bazı üniversite hastanelerinin beş-altı tanesinde kan merkezi de var, bunun dışındaki yüzde doksan beş civarında, Türkiye’deki tüm hastanelerin kan ihtiyacını karşılıyor.
Sistem nasıl işliyor?
Öyle bir sistem kurulmuş ki; toplumumuz kanını bağışlıyor, bunlar kan merkezlerinde toplanıyor. Doktorlar lazım olan kanları sisteme bildiriyorlar; yarın ameliyat yapılacaksa, hangi tür kanlara ihtiyaç varsa, sisteme düştükten sonra aynı gün akşam saat dokuza kadar bütün Türkiye’de; Hakkari’den Edirne’ye kadar bu kan ihtiyaçları gideriliyor.
İnsanlar gece uyurken binlerce Kızılay aracı kan nakillerini ulaştırıyorlar. Böyle ufak araçlarda değil; soğutmalı araçlar bunlar. Bu araçlar belirli güzergâhlara çıkarak hastanelere kan ihtiyaçlarını dağıtırlar.
Stok durumu nasıl?
Yani 85 milyonun yüzde doksan beşine yetecek miktarda kanımız var. Bunlar toplanıyor, stoklanıyor ve bütün Türkiye’deki hastanelerin kan ihtiyacı anında gönderiliyor. Belirli bir kritik stok sayısı var, zaman zaman medyada da; kan stoklarının kritik bir noktaya geldiği ve halkı kan bağışına çağıran kamu spotlarını herkes görür.
Kan parayla satılmaz, sadece devlet her birim için ücret öder Kızılay’a. Kızılay’da kendi kurumsal masraflarını karşılamaya çalışır. Ama devletin ödediği rakamın tamamı bizim masraflarımızın tamamını ödemez.
Kızılay ile ilgili olarak afet dönemlerinde çadır meselesi sık sık tartışmaya açılır ve kurum bu tartışmalar üzerinde yıpratılır. Çadır hizmeti nasıl ve ne şartlarda verilir?
Çadır hizmeti şöyle; çadır barınma hizmetini AFAD veriyor. Kızılay ürettiği çadırları onlara devrediyor. Orada ki en büyük sıkıntı şu, Kızılay çadırları bir şirket halinde. Biz Konya Şubesi olarak yüz çadır alacaksak biz de para vererek alırız şirketten. Ama bu kâr gütme amacında olan bir şirket değil. Çünkü bir şirketin yaşayabilmesi için hammadde alması lâzım, işçilik ödemesi lâzım. Peki bunları neyle alacak?
Vatandaş geliyor mesela; biz bunu yaşadık deprem zamanında. “Ben yüz tane çadır almak istiyorum” dedi. Biz bağışını aldık o yüz çadırı da deprem bölgesine dağıttık. Sistem böyle çalışıyor. Ama bunu o dönem içerisinde toplum farklı yorumladı. Suiistimal edilen bir konu… Bu bir çadır şirketi olduğu için, kâr amacı gütmeden, maliyetini karşılaması lâzım. Bana mesela bir sanayici arkadaş, “Çadır satıyormuşsunuz” dedi. Ben de cevaben, “Deprem bölgesinde evler yapılıyor, sen de boya üretiyorsun, boyaları sen bağışla” dedim. Bunun üzerine, “Anladım başkan” dedi. Çünkü o kadar boyayı, maliyetini almadan verirse sermayesi kalmaz.
Kızılay kan ve çadır hizmetleriyle sınırlı kalmıyor değil mi?
Bunun dışında aşevlerimiz var. Konya’nın aşevi kapasitesini Karatay Belediyemizin öncülüğünde yeniledik. Daha önce, yüz yıldır devam eden, Mevlâna’nın orada ufak bir aşevimiz vardı. Şimdi Işgalaman’daki yeni yerimizde günde bin kişiye yemek çıkarıyoruz. Kapasitemiz on bin kişilik. Olası bir afet durumunda Konya Kızılay İl Merkezi on bin kişiye yemek çıkartabilecek kapasitede bulunuyor.
Yemek hizmetinden normal zamanda kimler yararlanıyor?
Biz bu yemek faaliyetlerimizi yaşlılara, evde yemek yapamayacak insanlara yapıyoruz. Yemeklerin de yüzde doksanını evlerine götürüyoruz. Çünkü çoğu gelip de aşevinden alacak güce sahip değil. Bin kişilik yemek yapıyoruz, her gün bunları da yaşlı bakıma muhtaç insanlara veriyoruz. Sefer tasıyla günlük, üç çeşit yemek çıkıyor. Arkadaşlarımız ihtiyaç sahibinin evine gire, götürdüğü dolu sefer tasını bırakır, bir önceki verdikleri boş sefer tasını alır gelirler.
Eğer evde yemek yapabilecek durumu olan fakir, dul varsa bunlara da kendi ihtiyaçlarını belirleyerek alıveriş yapabileceği, Sosyal Kart dediğimiz çeşitli zincir marketlerin kartlarını veriyoruz. Onlar kendi ihtiyaçlarını alabiliyorlar. Ama kartlarda alamayacakları ürünleri kısıtlıyoruz. Mesela bizim kart verdiğimiz aileler, kartlarıyla parfümeri ürünleri, tekel ürünleri alamazlar, kontör yüklemesi yapamazlar ama çocuğunun ihtiyacı bez olur, mama olur, biz her türlü maliyetini karşılarız.
Ayrıca fakirlere ayrıca koli dağıtımı gerçekleştiriyoruz. Bir de kurban eti dağıtımımız oluyor. Bunu özellikle ifade etmek istiyorum. Konyalıların bağışlamış olduğu adak kurbanları ve normal kurban etlerini kesimden sonra, kesildiği gün bayramın ilk gününden dağıtıma çıkarız. Kurban etleri büyük miktarda KONET’de kesim yapılarak dağıtıma hazırlanıyor. Büyük bir kısmı kavurma ve kuşbaşı haline getiriliyor ve konserve halinde birer kiloluk forma getirildikten sonra bize geliyor. Biz de yıl içerisinde bu etleri belirlenmiş fakirlere dağıtıyoruz. Konserve formundaki etlerin en az iki yıllık tüketim süresi var ama biz iki yıl beklemeden yıl içerisinde dağıtıyoruz. Mesela bir aileye her ay üç-dört kilo kurban eti veriyoruz. Yani bu konuda çok sağlıklı çalışılıyor. Hatta nasıl yapıldığını görmek isteyen arkadaşlar KONET’in Genel Merkezini ziyaret ederek bakabilirler.