Yıllar sonra şehirlerarası yolculuk yaptım. Bu yolculukla taa yıllar öncesine gittim.

1985 yılı Eylül’ü idi. O zaman Çumra’dan Rahmetli Buğdaycı Polisin Şükrü Yavuz kamyonlarla İzmir’e YUPİ Firmasına her gün buğday, arpa gönderirdi.

Şimdiki Şehit Kefeli Parkında otururken konu Afyon’a gideceğime gelince babamın arkadaşları;

-Polisin Şükrü İzmir’e buğday, arpa gönderiyor. Afyon’a kadar o kamyonlarla gidersin. Ne lüzumu var, şimdi Çumra’dan Konya’ya gideceksin eski Garajdan Yeni garaja dolmuşa bineceksin Afyona bilet alacaksın, bekleyeceksin uzun hikâye. En iyisi sen kamyona bin Afyon’da in orada Gazlıgöl dolmuşları var. Onlara biner gidersin tamam mı?

-Doğru söylüyorsunuz benim aklıma gelmemişti. Hemen kalktım Şükrü Amcanın kantara vardım;

-Bende Afyon’a Gazlıgöl Kaplıcalarına gideceğim. Sizin İzmir’e giden buğday arabaları ne zaman gidiyor? Rahmetli Mustafa Yavuz Ağabey;

-Şu iki Ford hemen yola çıkacak. Kaptan size yol arkadaşı var. Hacı Ahmet’i de yanınıza alın! Kamyoncular da Çumralı. Deyince. Hemen yola çıkma durumunda kaldık.

-Selamünaleyküm Ağabey, size emri vaki yapmayalım. Engel teşkil edersek otobüsle gidebilirim. Kamyonun şoförü;

-Lafı uzatma arabaya bin! Dedi. Bende hemen arabaya bindim. İçeri Çumra’nın kavaklarına varırken şoför sigara tuttu.

-Yak bakalım.

-Ben sigara kullanmam Ağabey! Dedim.

-Eee sen içkide içmezsin?

-İçmem!

-Sen bu genç yaşta ne işle meşgul olursun. Hacı Ahmet senin ki de yaşamak mı?

-Koca Kaptan bizim yaşantı da böyle.

-Afyon’a varıncaya kadar ben seni duman altı yaparım. Sende sigara içmiş gibi olursun!

-Ne yaparsın katlanacağız.

-Koca Kaptan aklıma ne geldi. Müsaade var mı anlatabilir miyim? Geçenlerde vefat eden Osman Yüksel Serdengeçti bir yazısından dolayı cezaevine düşer. Siyasi suçluları şimdiki gibi ayrı koğuşa falan koymak yok. Her türlü suçtan mahkûm olanların bulunduğu koğuşa Serdengeçti’yi atarlar.

Serdengeçti’ye çok hürmet ederler. Üst ranzada yer ayarlarlar. Cezaevi şartlarında her türlü konforu sunarlar.

Namaz vakti gelir Serdengeçti üst ranzada namaz kılmaya başlar. İlk rekâttan sonra rükûya, secdeye varırken uçar gibi bir hal olur.

Kendi kendine acaba bana bir şey mi oluyor. Namazdan ayrı bir haz almaya başladım. Yoksa çektiğimiz çilenin mükâfatı mı? Gibi içinden geçirir. Namazı bitirip selamı verince bir de ne görsün?

-Ne görmüş?

-Ne görecek? Aşağı ranzada ki mahkûm iki arkadaşı ile esrar içerlermiş. Bizim Üstat duman altı olmuş. Kendi kendine;

-Ben zaten kendimi buluyorum. Uçacak kadar bir şey yapmadım!

-Ne diyorsun Hacı Ahmet biz sana mahkûm muamelesi mi yapıyoruz?

-Yok canım. Sen duman altı yaparım sen de içmiş gibi olursun. Deyince çağrışım yaptı.

-Eyvallah! Bilirsin ben seni severim. Bu arada galiba Ilgın sınırları içerisinde olan Kabaklı tesislerine geldik. İzmir yönünden gelen diğer Çumralı kamyoncularda durmuş. Sekiz on kamyon oldu.  Çumra tabiri ile bir pişirim olduk.

Masalar birleştirildi sohbet koyulaştı.  Ateşli sular geldi. Mezesi falanı filanı derken bana da aroma meyve suyu getirttiler. Meyve suyu çok az talep olduğu için buz tutmuş. Ortasında bir parmak donmamış kısım kalmış. Sora sora meyve suyunu içtim. Mezelerinden yedim. Kaptanlar tam zamanında kalktılar. Araba kullanmalarında bir engel yok görünüyor. Bunun yanında muavinler ateşli sudan içmediler.

Yola koyulduk. Afyon’da beni indirdiler. Ben bir dolmuşa binerek Gazlıgöl Kaplıcalarına vardım. Orada hemen Ağabeyimgilin kalmış olduğu evi buldum. Ağabeyim;

-Ben küçük hamama gideceğim. Hamam malzemelerini al sen de el! Dedi. Bir küçük çanta içine bornoz, havlu, yedek çamaşır aldım.

Hamama girdim. Sağ tarafta rahmetli namı diğer Jandarma İsmail oturuyor.

-Hoş geldin Eşref Dayının Ahmet!

-Hoş bulduk İsmail Amca sıhhatler olsun!

-Sağ olasın iç bakalım bu su şifalı su! Bir İsmail Amca bir ağabeyim veriyor. Ben de içiyorum. Daha hamamdan çıkmadan midemde gurultu başladı.

Ağabeyimi uğurladıktan sonra kaldığımız eve geldim. Akşam namazından sonra ben de üşüme hâsıl oldu. Soğuk soğuk terliyorum. Biryandan içim bulanıyor. Derken bahçe içerisindeki tuvalete koştum.

Hem isal var hem kusma var. Beş altı saat içerisinde içimde ne varsa dışarı çıkardım. Sanki soba borusu temizler gibi tertemiz olduk.

Rahmetli annem;

-Hacı Ahmet’im elden gidiyor kızım. Ne yapacağız, doktora mı götürseydik.

-Anne sen rahat ol. Bazı insana kaplıca suyu böyle yaparmış. Diyor annemin telaşlanmasını önlemek istiyorum.

Doğrusu buzlu meyve suyunu terli terli içtik. Yanında bozulmuş bayat fıstığı, fındığı yedik. Sonrası da bu işte diyorum.  Annem;

-Ne buzlu meyve suyu kuzum?

-Bir şey yok anne geçer rahat ol ve yat artık! Derken sabah ezanları okunmaya başladı. Kalktım bir abdest aldım. Namazımı kıldım. Bir tas ayran içtim ve yattım. Gözümü açtım. Yine ezanlar okunuyor. Biran şaşırdım. Sabah ezanı mı, öğle ezanı mı? Annem;

-Kalk oğlum öğle oldu!

-Kalkıyorum anne bir daha ne buzlu meyve suyu ne de bozuk, bayat fıstık yerim. Kalkıyorum. Hoca Efendi;

-Hayya ale'salah, Hayya alel-felah!