Ramazan bayramından bir müddet sonra hac kafilelerini hüzünle harman olmuş mutlulukla kutsal topraklara yolcu etmiştik ki bir gün telefonumuz çaldı. Görüntülü arama yapan, mukaddes beldelerin misafiri bir ahbabımızdı ve etrafında birçok hacı bulunuyordu. Kısa bir halleşmenin ardından, “Burada işler yolunda değil, pek çok şikâyetimiz var” diyerek esas konuya geldi. Baktık ki sözün ardı gelecek gibi değil, “Hele bir Konya’ya dönün, bunları oturur konuşur, gerektiği şekilde yazarız” dedik.

Dönüşler tamamlandıktan bir zaman sonra şikâyet sahipleriyle bir araya gelip, hac hatıralarıyla birlikte dertlerini de dinledik. Onca yıldır hacca gideceği zamanı gözleyen insanların, gönül kırgınlığıyla dönmüş olmaları dikkat çekici olmanın ötesinde elem vericiydi.

Diyanet İşler Başkanlığı hac hizmetlerinin düzenli bir şekilde ifa edilebilmesi için kafile başkanları, koordinatörler ve grup hocaları görevlendiriyormuş. Mesela hacıların ulaşımını sağlamak üzere görevlendirilen servis koordinatörlerinden herkes memnun görünüyordu. Otellerdeki vazifelilerle hanım irşat görevlilerinden de herkes övgüyle söz ediyordu. Hatta bazı grup hocaları vazifesi olmamasına rağmen, kafilesindeki yaşlı ve yürüyemeyecek durumda olan hacı adaylarını engelli arabalarına bindirerek bizzat hac farizalarını yapmalarına refakat etmiş.

Peki, şikâyet bunun neresindeydi?

Hacıların bütün şikâyetleri kafile başkanları hakkındaydı. “Onlar olmasa çok iyi olurdu” diyerek durumu özetledi biri. Bu kadar öfkelendiren neydi acaba?

“Hacılara üstten bakmalar, küçümsemeler, alaycı tavırlar, kimi zaman hakaretler…” diye sıraladılar peş peşe…

“Bir iki kişinin tavrını bütün kafile başkanlarına mâl etmek adaletsiz olur” demeye yeltenmiştik ki itirazlar peş peşe geldi:

“Kaç iki? Kime ne söylediysek azarlanmaktan beter olduk!”

İyi de kurumsal hiyerarşi içerisinde kafile başkanları doğrudan hacılarla muhatap olması gereken kişi miydi acaba?

“Kafile başkanlarından şikâyeti olan bir tek hacılar değil” diyerek izah ettiler. Başkanların idaresinde olan alt görevliler de incitilmekten, horlanmaktan dertlilermiş.

On küsur yıldır hac sırası bekleyen biri söze girdi ve “Arafat bir daha ele geçer mi?” diyerek anlattı: “Diyanet İşleri Başkanı vakfe duasını yaptıktan sonra hanım görevlilerle grup hocaları bizi tespihat ve okunacak dualarla ilgili bilgilendirip ibadet halinde tutmaya çalışırken kafile başkanları gelip, “Yatın dinlenin, yol yürüyeceksiniz” diyerek istirahate çekildiler.”

Öteki söze giriyor, “Kafile başkanlarının gözünde grup hocaları da öteki görevliler de hacılar da marabaydı” diyerek.  Bazı başkanlar, hacılardan gelen taleplere alaycı bir üslupla yaklaşmış ve rencide eden tavır göstermişler. Hacılar bu durumu içlerine sindirememiş ve kafile başkanlarıyla yüksek volümde tartışmalar da yaşamışlar. Söylediklerine göre; hac görevini eda edenlerin dünyaya geldikleri gün gibi günahsız döndükleri mukaddes beldelerden kafile başkanlarına, “Size hakkımı helâl etmiyorum” diyerek dönen pek çok hacı olmuş.

Şikâyetlerin ardı arkası kesilmeyecek gibi görünüyordu ki biri sözü toparladı: “Kardeşim; kafile başkanlarını umumiyetle müftüler arasından seçip gönderiyorlar. Bize mi denk geldi bilmem; bu senekiler pek bir ekâbirdi. Bizim yaşadıklarımızı bizden sonraki hacıların yaşamaması için ya daha duyarlı başkanlar görevlendirilsin ya da bu vasıflarda başkana ihtiyaç yok! Hacılarla bire bir ilgilenen grup başkanları, öteki vazifeliler kâfidir. Görevlileri hakir görüp demoralize eden, motivasyonlarını düşüren, hacıları aşağılayan insanlara ihtiyaç yok!”

Kâbe’nin gölgesinde toplanıp, “Şikâyetlerimizi basına iletelim” diyerek bize telefon eden hacılardan, Konya’ya döndükten sonra dinlediklerimiz böyleydi. Biz elçilik vazifemizi ifa ediyoruz, ötesi ilgililerin vazifesidir.