Halkımız arasında bir söz vardır;  “Gözümün gördüğüne mi inanayım, sana mı inanayım?” diye…

Aynı şekilde kulağımızın duyduğunu, burnumuzun kokladığını, dilimizin aldığı tadı mutlak doğru kabul ettiğimiz anlar da çok olmuştur.

Elbette kulağımızın duyduğu, gözümüzün gördüğü çok önemli ama onu akıl süzgecinden geçirmeden, yeterince araştırmadan, ilk gördüğümüze ve duyduğumuza göre karar verirsek yanılma ihtimalimiz çok artar.

Bu yöntemle en çok yanılgıya düşen insanlar kendi doğrularını genel doğru olduğunu kabul eden insanlardır.

Bu insanlar genelde alışkanlıkları ile hareket ederler, içinde bulundukları toplumun adetlerini sorgulamadan kabul ederler.

Dar bir dünyanın içinde kendilerine mutlu yaşamlar üretebilirler.

Ve çoğu zaman bir gün yanılgılarının farkına vardıklarında “Yanılmışım” ve “Öyle zannetmiştim” gibi kalıpları çokça kullanırlar. Ama iş işten geçmiş olabilir.

Bu davranış biçimi, araştırmayan, analiz etmeyen, istişareye kapalı, muhakemesi yetersiz toplumların genelinde de görülebilir.

Her insanın ve toplumun dışarıya kapalı olduğunu fark etmediği bir sığ tarafı vardır.

İşte şeytan ruhlu insanlar da bu tip insanlara karşı tam bu noktada devreye girer. Bunlar araştırmacıdır, doğru analizcidirler. Hedefleri vardır. Bu hedefler doğrultusunda bir rotaları vardır.

İşte bu tip zafiyetleri tespit etmek için çok yoğun araştırmalar yaparlar.

Her balığın bir avlanma yemi ve yöntemi olduğunu çok iyi bilirler.

İnsanların zayıf yönlerini, kolay inanabileceği, gördüğünde hemen kabul edebileceği her türlü nesneyi, düşünce biçimini, tavrı çok iyi hazırlarlar. Ve zamanı gelince de çok iyi kullanırlar. Hırsızlar, dolandırıcılar bunlar arasındadır.

Tam da bu tip insanın olmak istediği, bulmak istediği, almak istediği, duymak istediği, görmek istediği davranışa bürünürler.

Bu gafil insanlar bu tip davranışları görünce, kendileri en isabetli kararı vermiş, en doğru yolu bulmuş, hatta çevresine, insanlara ve devletine en çok fayda sağlamış insan ruhuna sahip olmanın sahte kıvancını bile yaşayabilirler.

Algı yöneticileri, kişilerin ve toplumların algı biçimlerini, yönelimlerini çok iyi tespit ederler.

Politikacılar,  seçmenin oyunu almak için yerine getiremeyeceği sözleri verirler. O an toplumun en çok istediği şeyleri vaat haline getirirler.

Küresel çapta da devletlerin tavırları benzerdir.  Ulaşmak istedikleri yere, toplumların en çok rahatsız oldukları sorunları çözeceğini iddia ederek savaş bile ilan edebilirler.

Devletlerin bu operasyonlarında bu vaatler: insan hakları, adalet, barış ve demokrasi şeklinde ileriye sürülüp o ülkenin milyonlarca insanının ölümüne sebep olabilmekte, milyonlarcasının da göç etmesinde önemli roller oynamaktadır.

Mesela Irak’a Amerika girdiğinde:  diktatörü devirmek, onun kimyasal silahları kullanmasını engellemek ve Irak halkına refah getirmeyi vaat etti. Sonunda öyle bir şey yokmuş diye özür dilemelerini çok iyi tahlil etmeliyiz. Sonuç paramparça bir devlet,  ölümler ve göçler.

Bazen de bu tip algı yönetimlerini insanın kendi ülkesine karşı da yapabilirler. Devletini adaletsiz, anti demokratik ve insan haklarına saygısız, ülkesini yönetemeyen bir yapı olarak gösterip ihtilallari haklı bile gösterebilirler. Üstelik büyük bir taraftar da bulabilir.

1960 darbesi,  12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi,  28 Şubat hepsi toplumun içinden taraf bulabilmiş askeri müdahalelerdir. Üstelik demokrasi adına ve refah adına, insan hakları adına askerlerce yapılmıştır.

İnanç havarileri, milliyetçi, devrimci, insan hakları savunucuları,  çevreci kimliklerle de insanın görüp duyacağı en iyi rollere bürünen sivil toplum örgütü olabilirler.

Anadolu’da hemşeri dernekleri, dayanışma dernekleri, av ve koruma dernekleri gibi birçok sivil toplum örgütünün kumarhane olması da buna ilginç bir örnek.

Gözümün gördüğüne mi inanayım sana mı?

Duyduğuma mı inanayım sana mı?

Tam bir tembel insan deyişi, kolaycı ve dar bakış açısı olan insan kararı,  doğruyu arayan değil bütün dünyayı doğru zannettiği dünyasına hapsetme çabasında olan cehalet davranışı.

Hâlbuki hem bilim hem dinimiz; araştırmadan, akıl süzgecinden geçirmeden ve muhakeme yapmadan karar verilmemesini söyler.

Hele insan kendini en doğru yere koymuşsa, ya da gerçekten zekiyse ve aklını kullanmıyorsa; iyi niyetli olmasına rağmen kendine, çevresine, insanlığa ve devletine zarar veren bir karaktere bürünmüş olur.

Hatta oyunun bir parçası haline gelebilir.

Bu algı yönetiminde kurtulmanın yolu; 

Öncelikle ne kadar bilirsen bil, mutlak bilgi bile olsa araştırmak lazım.

Empati yapmak, dinlemek ve anlamaya çalışmak lazım.

Sağ sol, din, kültür, fikir ve inanç ne olursa olsun simgelerin temsil gücü ile değil o an ki olayları zaman ve mekân sebep sonuç ilişkisi ile doğru analiz etmek lazım.

Bilginin taşıyıcısından çok kaynağına inilmeli; duyduğumuz, gördüğümüz ve kokladığımız her şeyin sahte olabileceğini aklımızdan çıkarmamamız lazım.

Mümkünse akıl yürütme, zihin jimnastiği, istişare, danışma gibi yollarla test etmek doğru algıyı arttıracaktır.

“Cevizin kabuğunu kırıp içini çıkarmayan cevizi kabuk zanneder.” İmam Gazali

Yoksa gördüğüme mi sana mı inanayım davranışı eğer gerekli araştırmalardan yoksun ise;

İnsanı iftiracı, münafık, hain, çevresini tehlikeye atan, yönettiği her ne ise onu rotasından çıkaran bir zavallı insan haline getirebilir.