Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) çarşı pazardaki gerçek hayat pahalılığını yansıtmayan enflasyonu bile mutfaktaki yangını gizleyemedi. Son bir yıllık enflasyonu yüzde 36.1 olarak ilan eden TÜİK'in verilerine göre, halkın en çok tükettiği 25 temel gıda maddesinin fiyatı aynı dönemde yüzde 47 zamlandı.

Maaş zammı, mutfak zammına yenik düştü. Ekmekten bulgura, makarnadan patatese kadar mutfakta kullanılan temel gıda maddeleri arasında fiyatı yüzde 115 artan ürünler bile var.

Yıllardır devam eden büyük bir yangın var ve bu yangın giderek büyüyor. Öyle bir hal aldı ki söndürülecek gibi değil. Geçtiğimiz günlerde boş tencere iktidarları yerinden oynatır demiştik. Bugün maaşlara yapılan zamların da altında ezildiği bir gıda enflasyonu yaşanıyor ki millet ne yapacağını şaşırmış durumda.

Tarımda yaşanan kronik sorunların, çiftçinin üretemez duruma gelmesi, gıda zincirinin kırılması gıda enflasyonunu gündemden bir türlü düşürmüyor. Kırsaldaki üretici yüksek maliyetler ve düşük üretici satış fiyatlarından şikayet ederken, şehirlerdeki tüketiciler de düşük alım gücüne karşın raflardaki yüksek fiyatlardan rahatsız.

Ne üreten mutlu ne de tüketen… Kronik bir hâl alan gıda enflasyonu artık mutfaktaki yangını harlar hale geldi.

Böyle bir ortamda vatandaşın hissettiği gıda enflasyonu da yüzde 50’den aşağı olmuyor. Zira artan fiyatlar kadar azalan alım gücü de enflasyonu iliklerimize kadar hissetmemize neden oluyor. Ama alım gücü zayıf olan hane halklarının harcamalarında gıdanın payı toplam harcamaların neredeyse yarısını oluşturuyor. Dolayısıyla gıda enflasyonu en çok düşük ve orta gelir grubunu vuruyor.

Yoksulluk sınırı olarak tabir edilen yine dört kişilik bir ailenin gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise 9.533,28 TL.

Fark ettiyseniz bu harcamaların kapsamında tatil, eğlence ya da diğer sosyal aktiviteler ve lüks tabir edilecek özel harcamalar yok.

Gıda enflasyonu artık tüm dünyanın başını ağrıtan bir mesele haline dönüştü. Bundan neredeyse tüm ülkeler nasibini alıyor ama Türkiye gibi kronik sorunlarla boğuşanlar iki kat nasipleniyor.

Nedir bu kronik sorunlar derseniz kısaca özetleyelim.

Bir kere tarımsal üretim planlamamız yok. Ezbere bir üretim ile arz-talep-stok dengesini gözetmek ve fiyat istikrarı sağlamak zor. Kur baskısı altında ithalata dayalı bir tarımsal üretim modelimiz var ki artık sürdürülemez olduğu net şekilde ortaya çıktı.

Yüksek girdi maliyetlerine karşın düşük kalan üretici satış fiyatları çiftçi için üretimi kârlı ve cazip olmaktan çıkarıyor. Etkinlikten uzak destekleme politikaları kırsaldaki refaha olması gereken katkıyı sağlamıyor. Tarımsal üretim kadar sonrasındaki safhalarda da değer zinciri doğru işlemiyor.

Pazarlama kanallarında yaşanan sıkıntılar, yıllardır bir türlü tespit edilemeyen ve çözülemeyen aracı sorunu yüzünden fiyatlar arttığında herkes topu birbirine atıyor. Yılan hikayesine dönen yeni hal ve perakende yasaları, bir türlü hayata geçirilemeyen erken uyarı sistemi ve kooperatifçiliğe ilişkin düzenlemeler gibi daha birçok başlık hem üretici hem de tüketiciyi mağdur etmeye devam ediyor. Yanlış ithalat politikaları Türkiye’nin sadece tarım ve gıda ürünü değil aynı zamanda enflasyon ithal etmesi anlamına da geliyor.

Gıda enflasyonu vatandaşın belini bükmeye devam edecek. Fiyatlardaki aşırı yükselme nedense maaşlara yansımadı ve maaşlara yapılan zamlarda cebe girmeden eridi. Kim ya da kimler ne ile uğraşırlarsa uğraşsınlar bu yangın sönmedikçe birilerinin canı fena yanacak. Bizden söylemesi….