Ramazan Tekin kimdir?
1941 yılında Konya’nın Başarakavak kasabasında doğdum. Lakabımız “Keşan” olarak bilinir. İlkokulu Başarakavak’ta tamamladıktan sonra Kuran kursu eğitimi aldım. Kuran eğitiminden sonra okula devam etmedim. Baba mesleği olan çiftçilikle uğraşmaya başladım. 19 yaşında eşim Güllü Hanım’la evlendik. Bu evlikten 3 kız, 3 erkek olmak 6 çocuğumuz oldu. Hâlen Başarakavak mahallesinde yaşamaktayım ve çiftlikle uğraşmaktayım.
Konya’nın bir şehir olarak diğer illere göre farklı kültürü, gelenekleri ve görenekleri olmasının yanında, şehir olarak farklı bölgelerinin de kendine has özellikleri bulunuyor. Her ne kadar şehir merkezinde bazı gelenekler, görenekler şehir hayatının gelişmesine bağlı olarak kaybolmaya yüz tutsa da, kırsal bölgelerde halen o bölgeye has bazı gelenekler yaşatılmaya devam ediyor. Kendine özgü yaşantıları, adetleri bulunan Konya’nın bir bölgesi de Başarakavak. İsminden de anlaşılacağı üzere geçmişten bu yana kavak ticaretinin önemli olduğu Başarakavak, günümüzde de geçmişten gelen bazı özelliklerini korumayı başarmış durumda. “Başarakavak’ta binlerce yıl öncesine dayanan örf ve adetler hâlâ yaşatılmaktadır” diyen Başarakavak’ın hafızalarından Ramazan Tekin, “Tarihî ve kültürel değerlerine gelenek ve göreneklerine son derece bağlı olan köyümüz dil, din, giyim-kuşam, ev bark, yeme, içme, doğum, sünnet, nişan, nikâh, kına, düğün, asker uğurlama, ölüm, komşuluk, yardımlaşma- dayanışma vb. örf ve adetlerine derin bağlarla bağlıdırlar” dedi.
Başarakavak hakkında neler söylemek istersiniz?
Başarakavak’ta eskiden beri kavak ticareti yapılagelmiştir. Diktiğimiz kavak fidanları belirli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra kavakları keserdik. Genellikle köy olarak kesilen kavakları Kadınhanı ve Sille’de kurulan pazarlara satmaya götürürdük. Kavak satmaya gidenler oralarda aylarca kalırlardı. Kavağını satar tekrar köye gelirlerdi. Buğday kaldırırken hayvan gücüyle çiftçilik yapardık. Kimi eşek koşardı, kimi camız koşardı, kimi öküz koşardı, kimi at koşardı. Sadece çiftçilikte değil, ulaşımda da hayvanlardan faydalanırdık. Konya’ya eşekle giderdik. Ben şahsen 5-6 kez gidip geldim. Dağlara odun kesmeye gider, kestiğimiz odunları akşam sarıp hazırlardık. Hazırladığımız odunları sabah namazından sonra eşeklerle Tatköy’e götürürdük. Gün doğarken Sille’ye girerdik. Odunu 2,5-3 liraya satardık. Akşam namazından önce tekrar köyümüze dönerdik. O zaman yokluk vardı, şimdiki gibi değildi.
Hıdırellez geldi mi dağa çıkardık, bir ay nadas ederdik. 5-10 gün durur, ardından ekin ererdi. Bir ay ekin işlerdik. Taneleri saplardan ayırabilmek için harman yerinde bir ay döven sürerdik. Harmanı kaldırdıktan sonra güzün bir ay da ekin ekmekle geçerdi. Daha sonra kar yağardı, kış günlerini köyde geçirirdik. Kış geçti de bahar geldi mi günlerimiz ekseriyetle dağda ve yaylada geçerdi. Dört ay dağ ve yaylada yatırdık, bu süre içerisinde köyün yüzünü görmezdik. Bir gün köyde kalsak sevinirdik. Bayramlar gelir para yok, pul yok, birileri on kuruş, yirmi beş kuru verir kayısı, şeftali alırdık. Bu bizim için büyük bir sevinç kaynağı olurdu. Hiç boş zamanımız olmazdı, diğer işlerden kalan zamanlarda koyun ya da öküz gütmeye giderdik. O zaman fakirlik çok fazlaydı. Yumurta götürüp mürekkep, kalem, defter alırdık.
Başarakavak’la ilgili birkaç tane efsane ya da hikâye anlatabilir misiniz?
Başaralılar gayet sakin ve rahat insanlardır. Gençler kendi aralarında saklambaç oynamaya karar vermişler. İki üç tanesi ebe bulmasın diye saklana saklana Konya’nın dış mahallesi Hocafakih’e kadar gelmişler. Başaraya giden yolun üzerindeki handa 2-3 gün saklanmışlar. Bakmışlar giden yok, gelen yok, ebe de görünmüyor. Başaraya gitmekte olan bir hemşerileriyle köye haber göndermişler. Ebe gelip, arasın bulsun, bak daha fazla geç kalırsa biz oyunu bozup ortaya çıkacağız, demişler.
Köyde yağmur yağmadığı zaman hacet namazına çıkılır. Namaz münasebetiyle halka ikram edilen yemeğin kazanları yıkanırken bulaşık suyunun döküldüğü yeri Çaparoğlu’nun günlerce bakımsız kalmış cılız köpeği yalamaya başlamış. Bunu gören şakacı bir Başaralı, böyle birkaç köpek daha olsa köyümüzün güneşini kesen şu İmamgil’in tepesini yalatarak aşındırırdım. Böylece ondan kurtulur, güneşe kavuşurduk, demiş.
Başaralılar vaktiyle geçimlerini odunculukla sağlıyorlardı. Dağdan kestikleri odunları merkeplere yükleyip Konya’ya getiriyorlardı. Konya Başaranın doğusundadır. Bu sebeple gelirken ve köye dönerken güneş tam karşılarındadır. Yıllar boyu buna katlanırlar. Bir gün bir Başaralı, yazık değil mi bize, mecbur muyuz, mahkum muyuz? Buna bir çare bulalım der. Kendi aralarında istişare sonucu Mollaoğlu’na gitmeye karar verirler. Mollaoğlu’na gidip güneşi şikayet eder ve çare bulmasını isterler. Mollaoğlu da onların bu saf halini bildiği için içtenlikle dinler ve söz bitince ciddileşerek haklısınız, buna bir çare bulmak lazım der. Bir süre sonra çareyi buldum ama karşılığında büyükçe bir tepsi börek ve baklava gerekir, der. Yıllardan beri yakıp kavuran güneşten kurtulacağız diyerek çareye razı olurlar. Bunun üzerine Mollaoğlu ben güneşe kızıp tekdir ederek cezalandıracağım, böylelikle bir daha karşınıza çıkmayacak, der. Aman ha siz tepsileri unutmayın. Şunu da unutmayın, bundan sonra siz köyden ikindiye doğru çıkacaksınız, geceyi güzelce Konya’da geçirir, sabah yükünüzü satar alışverişini yapar, köye dönersiniz der. Başaralılar denileni yaparlar ve ertesi gün sabah bakarlar ki güneş arkalarında kalmış. Merkepleri üzerinde köylerine neşe içinde dönmekte olan kafiledeki akıllı başaralı hem gider hem de arkada kalan güneşe keyifli keyifli laf atarmış, Hah gördün mü Mollaoğlu’nun zılgıtını yiyince nasıl arkamızda kalırsın? Oh olsun sana…
Biraz da Başarakavak gelenek ve göreneklerinden bahsedebilir misiniz?
Başarakavak’ta binlerce yıl öncesine dayanan örf ve adetler hâlâ yaşatılmaktadır. Tarihî ve kültürel değerlerine gelenek ve göreneklerine son derece bağlı olan köyümüz dil, din, giyim-kuşam, ev bark, yeme, içme, doğum, sünnet, nişan, nikâh, kına, düğün, asker uğurlama, ölüm, komşuluk, yardımlaşma- dayanışma vb. örf ve adetlerine derin bağlarla bağlıdırlar. Köyümüzün yemekleri lezzetlidir. Keşkek aşı, tarhana, aşure, acılı aş, ekşili kabak, fasulye, salçalı bulgur pilavı, su böreği, saç böreği, katmer, saçkıran, kuzu asma, höşmerim, köftü, kara helva, düğün aşı, turşu gibi yemek çeşitleri vardır. Düğünlerde ise tirit günü cumartesidir. Cumartesi günü tirit, kabak, acılı aş ve bulgur pilavı ikram edilir. Köyümüzün en önemli yemekleri kabak tiridi, ekşili kabak, acılı aştır.
Güdük toplama, yağlı gevrek, saya gezme en meşhur geleneklerimizdendir. Güdük toplama Ramazan Bayramında yapılan şenliklerdendir. Kuşburnu çalısından değnek yapılır. Evlerde simide benzer ekmek (güdük) tandırda pişirilerek hazırlanırdı. Sokaklarda gezen çocuklara değneklere takılan güdükler dağıtılırdı.
Yağlı gevrek ise askere gidecek gencin ailesi tarafından birkaç gün önce tandırda pişirilerek yapılır. Askerin azığına konulduğu gibi konu komşuya bol bol dağıtılır. Saya gezmesi ise koyunların kuzulamasına 52 gün kala yapılan bir adettir. Köyün gençleri o akşam değneklerin ucuna meşaleler yakarlardı. Ev ev dolaşarak tereyağı, bulgur toplanır, bunlar satılır ve horoz, tatlı, sebze alınır. Barana mensubu gençler bunları yerdi. Düğün zamanı ise büyükler köy odasının ayrı bir bölümüne, gençler ayrı bir bölümüne toplanırdı. Civar köylerle aramız iyiydi. Bayramlarda veya düğünlerde köye gelen misafirler köy odasında kalırlardı. O zaman vasıta olmadığı için köye gelenleri köy odalarında misafir ederdik. Köy genelinde 20 oda vardı. Herkes evinde pişen yiyecekten köy odasındaki misafirlere de götürür ve onlarla beraber yerdi. Yatağı yoksa yatak götürür yatırırdık. Sabah, öğlen, akşam yemeklerini verir, ertesi gün yolcu ederdik.
Başarakavak’ta mahsul olarak neler ekilir ve neler yetiştirilirdi?
Genellikle tarım ve hayvancılıkla geçimimizi sağlıyoruz. Tarım ve hayvancılığın yanı sıra sütçülük, arıcılık, tavukçuluk, alabalık üretimiyle de uğraşıyoruz. Bunlar dışında duvar ustalığı ve inşaat kalıpçılığı köyümüzde gelir kapısı olarak tercih edilmektedir. Köyümüzün yakın çevresi engebeli olduğu için tarıma elverişli olmadığından buralarda genellikle sebze ve meyvecilik yapılmaktadır. Asıl tarım alanlarımız yaylalardır. Geniş vadilerde ve meyilli eteklerde hayli geniş tarlalarımız vardır. Köyümüzde yetişen başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, yulaf, çavdar, mısır, patates ve fasulyedir. Özellikle burada yetişen fasulyeler çok lezzetlidir. Bunun yanı sıra elma, armut, erik ve kiraz gibi meyveler de yetiştirilmektedir. Köyümüzde daha çok küçükbaş hayvancılık ve tavukçuluk yaygın olarak yapılmaktadır. Koyun ve keçi yayla ve ağıllarda sürü halindedir. Günümüzde ise arıcılık ve alabalık yetiştiriciliği son dönemde artmıştır.
ALAADDİN ALADAĞ