Nasreddin Hocamız tam anlamıyla eğitimci bir şahsiyettir. Yediden yetmişe her kademedeki Türk halkı onu tanımakta, sevmekte, fıkralarını kendi mizahına vasıta yapmaktadır. Hocanın bu derece sevilmesinin sebebi onun nüktelerinde ele alınan konuların hayatla iç içe olmasıdır.
       Hocamız fıkralarında güldürür. Amacı sırf güldürmek değil, güldürürken düşündürmektir. Eğitimciler insanlara doğruyu binlerce yoldan anlatırlar. Ama en kalıcı ve hoş olanı güldürerek öğretilenidir. Hocalarımız bize belki binlerce doğruyu anlattılar. Döve döve anlattıkları da belki aklımızda kalmıştır ama daha çok severek öğrettikleri hatıralarımızda tatlı izler bırakmıştır. Hocamızın da fıkralarındaki amacı insan davranışlarında müspet izler bırakmaktır. Bir mantıksızlığın göz önüne serilişi insanları yermek değil, doğru yöne çevirmektir.
      Hocamızın hayat hikâyesine gelince; 1208'de Sivrihisar'ın Horto köyünde dünyaya gelmiştir.1284' dede Akşehir'de vefat etmiştir. Devir Anadolu Selçuklu devridir.
Hoca'nın babası köyün imamı Abdullah Efendi'dir. Okuma-yazma, ilmihal bilgisi, Arapça, ve Farsça'yı babasından öğrenmiştir.
       Hoca küçük denecek yaşta Kur'an'ı hıfzeder, çalışkanlığı ve afacanlığı ile bütün dikkatleri üzerine çeker. Aynı zamanda Hoca fıkıh ve kelam sahasında da derin bilgiye sahiptir.
       Babası vefat edince yerine imam olarak geçen Molla Nasreddin, halkın problemleriyle yakından ilgilenir. Fakat halkın meselelerini çözmek için onu yakından tanımanın ve ona göre çözüm yolları üretmenin önemini bilmektedir. Meslekte pek fazla gözü yoktur. O, her şeyden önce sürekli okuma ve araştırma azmiyle tutuşmaktadır. Bundan dolayı imamlığı arkadaşı Mehmet'e bırakarak ilim uğrunda bir çok kasaba ve şehir dolaşır, insanların problemlerini yakından tetkik eder, bilgi ve tecrübesini artırır

       Hocamız hazır cevaptır, zekidir. Özgündür.
       Kendisine özgü araştırma ve incelemeleri neticesinde yine kendisine has metotlarla çözümler geliştirir.
         Hoca insanları eğitmenin bir toplum işi olduğunu bilir. Ona göre insanların eğitiminden herkes kendi gücü ölçüsünde sorumludur. Sadece tek bir kişinin doğru olması yetmez. Hoca bu düşüncesini şu nüktesi ile anlatır:
      Bir gün eşeğe ters biner. Bunu görenler hemen takılırlar:
-Hocam eşeğe niçin ters biniyorsun?
Hoca cevap verir:
-Kabahat yalnız benim mi? 
Eşek ters duruyor. Onun hiç mi suç yok? Eğer o doğru dursaydı, ben doğru binecektim. Niçin eşekte suç bulmuyorsunuz da hep beni paylıyorsunuz?...
      Yalnız suçu tek bir insanda aramak, problemi çözmeyi zorlaştırmaktır. Eğer toplumda değerler ters-yüz olmuşsa düzgün bir davranış oldukça güçtür.
Mesela bir gün evine hırsız girer, nesi var nesi yok hepsini yüklenip götürür. Duyan herkes yine suçu Hoca'ya yükler:
- İlahi Hoca insan kapısını kilitlemez mi?.. Ev yalnız bırakılır mı? Diye suçüstüne suç yüklerler Hoca'ya! Hoca ise şu cevabı verir:
-Anladık, bütün kabahat bende; ama şu hırsızın hiç mi suçu yok?
       Önemli olan hırsıza karşı kaliteli kilit geliştirmek değil; hırsızlık yapmayan, Allah'tan korkan, kuldan utanan insan yetiştirmektir. Tabii ki bu prensip eğitimin ideal yönünü oluşturmaktadır.
Hoca iyi bir gözlemcidir. Tarafsız olarak insanları sosyal ilişkileri, yönetim mekanizmasını, ihtiyaçların karşılanma biçimini gözlemiştir. İnsan zayıf tabiatlı ve aceleci bir varlıktır. Olayları değerlendirirken tarafsız olması güçtür. Hoca fırsat buldukça insanın bu zayıf tarafını dile getirir.   

      Bundan maksadı ise insanın kendini bilmesidir.
      Hoca bir gün oğlu ile pazara gider. Oğlu eşekte, kendisi ise yayan. İlk rast geldiği adamlar:
-Hey gidi zamane çocukları heyy! Şu hale bir bak! Kıyamet zamanı gelmiş. Ak sakallı babasını yürütüyor da kendisi arlanmadan eşeğe binmiş, keyifli keyifli gidiyor. Derler. Bu söz oğlunun ağrına gider. Eşekten inerek babasını bindirir. Biraz giderler, başkalarıyla karşılaşırlar. Bunlar da:
-Gördün mü şu insafsız Nasreddin'i! Kendisi eşeğe binmiş, zavallı çocuğu yürütüyor. Yumruk kadar çocuğu sıcakta yürütmek, toza toprağa boğmak reva mı? Hoca çaresizdir. Hemen çocuğu eşeğin terkisine alır. Rahat rahat giderlerken yine bir takım insanlara rastlarlar. Bunlar kan ter içinde kalan eşeği görünce dayanamazlar:
-Amma da insaf ha! Küçücük eşeğe iki kişi birden binmişler. Dili yok ki hayvancağızın vursa yüzüne ettiklerini! 
       Hocanın tepesi atar!Bu adam da haklıydı!.. Hemen eşekten inerler. Eşek önde, baba ile oğul arkada! Ağır ağır yürürler. Derken bir köye daha gelirler. Burada onları böyle gören köylüler kahkahayı basarlar: 
-Bakın şu budalalara!.. Eşek önlerinde bomboş zıplayıp gidiyor. Bu aptal herifler şu sıcakta kan ter içinde yaya yürüyorlar. Ne yapsın şimdi Hoca? Seslenir oğluna:
-Gördün ya oğlum.. Bu halkın dilinden kurtuluş yok.Sen sen ol, söylenenlere bakma , hak bildiğin yolda yürü.Herkesin yorulduğu yere han yapmak mümkün değildir.
       İşte Nasreddin Hoca fıkralarıyla yüzyıllardır unutulmamışsa sebebi mizahını sade bir dille, filozofik bir şekilde topluma aktarmış olması dolayısıyladır. Hocanın her fıkrasında bir hikmet vardır. Ama anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!