Osmanlı devletinin son zamanlarına ve Cumhuriyetin ilk yıllarına tesadüf eden çileli bir dönemde hayatını yaşan Mehmet Akif her zaman gurur duyacağımız büyük bir dava adamıdır. O paradan puldan daha önemli şahsiyetli ve omurgalı yaşamayı tercih eden, haksızlık karşısında sözünü kimseden çekinmeden cesurca kaleme döken bir şairdir.  Vatanın kurtuluşu adına Anadolu'yu, Rumeli'yi ve Hicazı çok zor şartlar altında karış karış dolaşan bir vatan evladı, Cebinde parası olmadığı halde İstiklal Marşı'nın para karşılığında yazılamayacağını haykıran ödülünü reddeden bir vatan aşığı, Ömrünü vatanına ve milletine adadığı halde öz yurdunda garip muamelesi görülen bir dertli adamdır. O ilkesi ve prensipleri uğruna haksızlığı yapan babası olsa karşısına dikilen asla zalimlere boyun eğmeyen onurlu bir insandır. Toplumun içinde bulunduğu karamsar günlerin sona ereceği zaferin kazanılacağını tüm cihana haykıran kükreyen bir arslandı. Anadolu'yu katır sırtında köy köy dolaşıp Milli mücadelenin önemini anlatan gönüllü bir vaizdir. Onun bir davası bir kavgası vardı. İslami ilimleri tahsil etmiş bir tıpkı bir İlahiyatçı, Fen bilimlerini fehmetmiş bir Veteriner Hekim, Edebiyata hakim bir Üniversitede hoca, İlk mecliste mebus, Anadolu köylerinde Vaiz, Mısır'da gönüllü bir sürgündü... Gönlünden taşan ve yüreğinden coşan destansı şiirleriyle cepheden cepheye koşan bir neferdi.

Doğruluk ve dürüstlük onun şiarıydı. “Duyarsa kim ne der” korkusu yoktu onun kitabında! Allah'a gönülden iman etmiş bir mücahid aynı zamanda kendini sürekli muhasebeye çeken bir dervişti. Onun derdi küçük değildi. Akif'in küçücük kalbi dağları aşan ummanlara sığmayan bir volkan bir yanardağ gibiydi.  

“Budur Cihanda benim en beğendim meslek, 

Sözüm odun gibi olsun, Hakikat olsun Tek”

Vatan aşığı Peygamber sevdalısı Akif'in haksızlığa tahammülü yoktu. Yeryüzünde yaşanan tüm acı ve gözyaşlarını yüreğinde hissederdi. Acıların kol gezdiği bir dönemde yaşamıştı, çalışması ve gayretinden sonra yapılanları gördükçe kahırlanır, ihanet edenleri sert sözlerle eleştirirdi. Dalkavukluk, yalakalık, şahsiyetini menfaati uğrunda satma onun en büyük düşmanıydı. Şu ifadelerine baktığımız zaman Akif'in nasıl bir kişilikte olduğunu görüyoruz:

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; 
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. 
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! ... 
-Boğamazsın ki! 
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım. 
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; 
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. 
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; 
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! 
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? 
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! 
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim, 
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! 
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım. 
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! 
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu... 
İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?

Mehmet Akif, düşmanların bir milleti topla, tankla tüfekle yıkamayacaklarını ancak toplumda ayrışma, birlik beraberliğin bozulması, kardeşliğin zedelenmesi ile toplumun yok olacağına inanırdı. 19 Kasım 1920 de Kastamonu yaptığı konuşmasında şöyle demiştir: “Milletler, topla tüfekle, zırhlı ile ordularla, tayyarelerle yıkılmaz. Ancak aralarındaki rabıtalar (bağlar) çözülerek herkes kendi başının derdine, kendi menfaatini temin etme kaygısına düştüğü zaman yıkılır!” Yaşadığı dönemde Akif'in kıymeti bilinememiştir. On bir sene gönüllü olarak Mısır'a sürgüne giden Akif Vatan hasretiyle yanında kavrulur, Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda” niyazıyla Rabbine seslenen Akif Tıpkı sevgilisini kaybetmiş Bilal-i Habeşi gibi gurbet illerdeydi. 63 yaşında hastalığı ağırlaştığında “Ne mutlu bana Peygamberimin öldüğü yaşta Rabbime kavuşuyorum” diyen Ölümü Allah'a vuslat olarak gören bir yiğit insandı. Ölümü de Akifçe idi.  Bugün çocuklarımız ve nesillerimiz için Mehmet Akif ERSOY'un kişiliği, duruşu ve kavgası en büyük örnekliği teşkil etmektedir. Mekânı cennet olsun.