Muhafazakâr dostlarımız Batı'nın büyük bir krizde olduğunu, neredeyse bir fiskeyle devrileceğini söylemekten büyük zevk alırlar. Zevk diyorum, çünkü tamamen duygusal ve subjektif bir değerlendirmedir bu. 

***

Dünyanın gidişatı, ülkemizin bu dünyadaki konumu, ideolojilerin sunduğu çözümler gibi konularla ilgilenmeye başladığımda saçları simsiyah ve kıvırcık bir orta mektep talebesiydim. Oswald Spengler'in çok meşhur “Batının Çöküşü” adlı kitabıyla da o yıllarda tanışmış ve rahat bir nefes almıştım. 

Rahat bir nefes almıştım, çünkü biz yolumuzda dosdoğru giderken, birden "Aaa! Cambaza bak" deyip dikkatimizi dağıtan ve bu arada bir de çelme takıp bizi çamura düşüren Batı'nın işi bitikti nasıl olsa. Hani bunu "bizimkiler" söylese züğürt tesellisi falan deyip geçebilirdik, ama Batı'nın içinden çıkmış koskoca bir filozofun yaptığı itiraf, bize fazla iş düşmediğinin, bir ayağı çukurda olan Batı'nın yakın bir gelecekte helvasının yeneceğinin açık bir işaretiydi.

***
Aradan yıllar geçti. Saçlarımın çoğu birer ikişer beni terk etti, kalanlar da beyazlaştı. Okur-yazarlık oranımız yükseldi, bebek ölümleri azaldı, insanlar nüfus planlamasını içselleştirdi, millî gelirimiz arttı, üniversite sayımız yüzleri aştı... Buna rağmen, ülkemiz de dâhil, İslam Dünyası diye adlandırılan topraklar henüz gelişmişlik endekslerinde, küresel bilmem ne raporlarında alt sıralardaki yerlerini ısrarla korudular. Hatta bazılarında derin yaralar açan iç savaşlar, işgaller ve bölünmeler yaşandı. 

Ama Batı, hâlâ orada. Görmezden gelinemeyecek sıklıkta, gerek halkının gerekse yöneticilerinin uykularını kaçıran sindirim ve boşaltım sorunları yaşasa da, turp gibi duruyor.

***
Zaman içinde gördük ki, evet Batı'nın gerçekten bazı sorunları var (ve bu sorunlar küçümsenebilecek cinsten değil) ama bu sorunların üstesinden gelebilecek bir birikimi de mevcut. Yanlış anlaşılmasın, bizde birikim denince para-pul, ev-bark falan anlaşılır, onlardan bahsetmiyorum. Yetişmiş, sorumluluklarının bilincinde olan insanlardan ve bunların taşıdığı bilgi, kültür, düşünce birikiminden bahsediyorum.

***

Sahip olamadığını yok etmek, canlılar içinde sadece insanlara mahsus, sakat bir düşünce olsa gerek. “Ya benim olursun ya da kara toprağın” sözü, ümitsiz ve bir o kadar da cahil, ama cahaletini aşk gibi yüce bir duygu ile özdeşleştirecek kadar da bencil olan sözümona “aşık”ların dillerinde gah bir tehdit gah “aşk”ın büyüklüğünün ifadesi olarak bu düşüncenin dışa vurulması. 

Ne yazık ki bu düşünce, Batı toplumlarını bilmiyorum ama  bizim gibi Doğu toplumlarının bilinçaltında bir yerlerde durur hep. Ve maalesef Batı'ya, yani oradaki gelişmişliğe, hayat standartlarına, maddi ve manevi refaha ulaşamayan ve onca iç sorununa rağmen kapıldıkları zehabın aksine Batı'nın kendiliğinden batmayacağını da gören bazı Doğulular, büyük karaltı yaptıkları işleri onaylamasa da, tek çıkar yol olarak onu yok etmeyi kafaya koymuş gibiler.

***

Terörün çeşitli nedenleri var şüphesiz, ama nedenler listesine yukarıda anlattığım patolojik düşünceyi de katmazsak, onu anlamakta ve dolayısıyla da ortadan kaldırmakta eksik kalacağımız kesin.

***

Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)