1968 kuşağının içinde yetişmiş, antiemperyalist bir geleneğe sahip olan ve Deniz Gezmiş’in de sınıf arkadaşı olan Avukat Şaban Uçlusoy, o dönemi ve yaşadıklarını Gazeteci Duran Çölcü’ye anlattı.

Sizi tanıyabilir miyiz?

1.2.1945 doğumluyum. Babam ve annem, Lozan Anlaşması gereği, Türkiye’den göç ettirilen Rumlara karşılık, Yunanistan’dan zorunlu göçe tabi tutularak takas ettirilen mübadillerindendir. Halen Rum elinde bırakılan taşınmazlar karşılığı babamlara verilen Meram İlçesi Osmangazi Mahallesi’nde 1950 yılından beri oturmaktayız.

Babam halk evlerinin açtığı okuma yazma kurslarından şahadetname almış, annem okuma yazma bilmezdi. Babam at arabası taşımacılığı ile geçimimizi temin ederdi. Dört kardeşiz. 1956 yılında Altın Çeşme İlkokulu’ndan, 1960 yılında da Karma Ortaokulu’ndan mezun oldum. 

1964 yılında da, Konya Erkek Lisesi Fen Kolu’ndan mezun olarak, aynı yıl ilk kez uygulamaya konulan üniversiteler genel sınavı ile İstanbul Hukuk Fakültesini kazanarak, Konya erkek öğrenci yurtlarında kalarak, tahsilimi 1970 Şubat ayında tamamladım.

1968 KUŞAĞINDAN OLMAKTAN GURUR DUYUYORUM

Çocukluk ve eğitim ödeniminde Türkiye’nin ideolojik ortama nasıldı?

1968 kuşağındanım. Deniz Gezmiş sınıf arkadaşım olur. 1961 Anayasası’nın tanıdığı çağdaş demokratik hukuk devleti ilkelerini, özgür ve özerk üniversite yapılanmasını kabul edemeyen siyasi otorite anlayışına karşı, gelişen üniversite gençliği önderliğinde başlayan, demokratik ve antiemperyalist istençleri içeren devrimci gençlik eylem ve hareketleri içinde zaman zaman yer almış olmaktan da gurur duyduğumu da ifade etmek isterim.

1961 Anayasası’nın getirdiği, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik hukuk ilkelerini ve özellikle anayasa teminatı altına alınmış olan temel hak ve özgürlükleri içine sindiremeyen sağcı otoriter iktidar, bu anayasaya bol geliyor, yollar yürüyerek aşınmaz, diye tanımlamaktan geri kalmıyordu.

Bağımsızlık ve antiemperyalist düşünce ve hareketlere tahammülsüz, geliştirilen terör olaylarını bahane eden ve demokrasi ve anayasayı askıya alan 12 Eylül askeri darbesi ile siyasi tüm partileri kapatılarak ve liderlerini tutuklayarak parlamento feshedilmişti.

Siyasi özgürlüğüne kavuşanlar, ‘demokrasiye herkesin ihtiyacı var, karakollar şeffaf olmalı’ gibi sözlerle çok partili siyasi yaşamı savunur hale gelmişlerdi.

Uluslararası tekelci sermayenin, ulusal sermayeye ve özellikle de devletçi ekonomik siyasal yapılanmasına karşı verdiği evrensel mücadeleye teslim olan siyasi iktidarlar, sermayenin güdümünde yol alırken, siyasi ve otoriter yasaklara sığınarak, karşı ideolojileri yok etmeye çalışarak kendilerine göre demokrasi oluşturmak istemişlerdir.

Anti demokratik ve faşist, baskıcı ve zindancı 12 Mart ve 12 Eylül silahlı darbelerle, demokratik hukuk devleti ilkeleri yerle bir edilmiştir. Yanlı, taraflı siyasi anlayışla işleyen sözde demokrat seçilmiş otoritenin hukuksuz ve adaletsiz işlev ve eylemleri uluslararası sermayenin güdümü ve el birliği ile, sivil otoriteyi yetersiz görerek, anti demokratik baskıcı askeri darbelere yol vererek siyasi geleceğine karar vermiştir. Halk yönetimi veya halkın demokratik siyasi geleceği karartılmaya çalışılmıştır. 

Askeri darbelerin demokrasiye olumsuz yönde etkileri hakkında neler söylersiniz?

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül dahil üç askeri darbeyi gördüm ve yaşadım. 27 Mayıs 1960’ta ortaokul son sınıftaydım. DP iktidarına son verildi. Yassıada yargılamaları ile Menderes, Polatkan ve Zorlu idam edildi. 12 Mart 1971’de askeri darbe ile Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi.

27 Mayıs Darbesi sonrası oluşturulan 1961 Anayasası, bilge hukukçular komisyonu tarafından oluşturulmuştur. Demokratik, çağdaş ve kuvvetler ayrılığına dayalı parlamento sistemi getirilirken, temel hak ve özgürlüklere değer verilmiş, çok partili, bağımsız yargı sistemi kabul edilmiş, halk yönetimine dayalı bir hukuk devletini düzenleyen bir anayasa oluşturulmuştu. Bugün bu varlıktan çok uzaklara düşmüş durumda bulunmaktayız. Askeri darbeler ve sivil otoriteler demokratik hukuk devleti ilkelerine son vererek, baskı ve işkencelerle, halkın demokratik her türlü örgütlenmesine de son verirler.  

Eğitime ve yardıma  adanmış iki ömür Eğitime ve yardıma adanmış iki ömür

Ama ömürleri uzun süremez. Nitekim 12 Martçılar ve 12 Eylülcüler içinde aynı şeyi söyleyebiliriz. Sıkıyönetim kurarak, askeri mahkemeler veya Devlet Güvenlik Mahkemeleri gibi bağımlı mahkemeler kurarak otoritelerini sürdürebilirler. Belirli bir süre süren iktidarları, halkın örgütlü demokratik mücadelesine zamanla teslim olmak zorunda kalırlar.

12 Eylül öncesi TİP Konya Merkez İlçe Başkanı olarak yaptığım görev nedeni ile sıkıyönetim askeri savcılığının soruşturması sonucunda hakkımda takipsizlik kararı da verildi. Genel Başkanlığını Avukat Halit Çelenk’in yaptığı Çağdaş Hukukçular Derneği Konya Şubesi’ni kurarak, başkanlığını yapmaktayken, kurşunlanan büromuzu kapatarak çalışmalarımıza son vermiştik.

12 Eylül öncesi siyasi düşüncelerimiz nedeniyle tehdide, saldırıya uğramış olmanın ötesinde, meslektaşlarımızdan avukat Aytekin Olcayı’da silahlı eylem sonucu kaybettik. İnsanoğlu, doğumundan ölümüne değin, özgürce huzur ve mutluluk içinde yaşayabilmelidir ve düşüncelerinden dolayı suçlu olarak yargılanıp mahkûm edilmemelidir. Sömürmeden, sömürülmeden ve ayrıcalıklı olmaksızın yaşama hakkına sahip olabilmeliyiz.

Dünyada emekçi olmayan hiçbir kimse yoktur. Ama emekçileri sömüren evrensel bir sermaye sınıfı mevcuttur. Hukukun üstünlüğüne bu nedenle muhtacız. Her bireyin bir diğerinden çok üstün hak ve hukuku yoktur. Düşüncelerinden dolayı insanlar yargılanmamalı ve yasaklanmamalı, hedef tahtasına oturtulmamalı. Türkiye’de bu özgürlük tek yönlü işlemektedir. Irkı, dini, cinsi, rengi ne olursa olsun, bir işi, bir aşı, bir eşi ve bir konutu olabilmeli insanoğlunun.

Dünya bu yöne doğru everilebilmeye çabalamaktadır. İnsan hakları evrensel beyannamesi, evrensel işbirliği ve bu doğrultuda gelişen görüşmelerle, evrensel sözleşmeler ve yasalar oluşabilmekte ve bu doğrultuda mücadele edebilen cemiyetlerin oluşumu da (azda olsa) varlığını gösterebilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmeleri, cemiyetleri ve zaman zaman yapılan toplantılar, evrensel barışa ve kalkınmaya doğru yol almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, doğa ve hayvan hakları cemiyetleri gibi.

 

Konya Barosu başkanlığını yaptığınız dönemi anlatır mısınız?          

Avukat olur olmaz, Genç Hukukçular, Çağdaş Hukukçular, İnsan Hakları Dernekleri’nin kuruluşunda ve başkanlık gibi görevlerinde yer alırken, Konya Baro Yönetimi’nde ve 1990-1996 yılları arasında da baro başkanlığı ve TBB delegeliği görevlerinde yer aldım. Çağdaş demokratik hukukun üstünlüğüne inanan bir hukukçu olarak, demokrasilerde en önemli etken, karşı düşünceye saygınlık göstermektir.

Hatasız birey olamaz. Eleştiriye açık ve tahammüllü olunmalıdır. Yandaşlarımıza değil, karşı düşüncede olanlara da saygı duyulmalıdır. Cezaların caydırıcı özelliğinden çok ıslah edici özelliğinin olduğu asla bir kenara itilmemelidir. Cezaevlerinin, azaldığı, eğitim ve sağlık kuruluşlarının yoğunlaştığı, çoğaldığı ve çağdaşlaştığı ölçüde sosyal ve ekonomik kalkınma hız alır ve yükselme sağlar. Özgür birey ve özgür devlet, ekonomik ve siyasal bağımsızlığı geliştirir ve yüceltir.

Bu nedenle de halkın tüm meslek katmanlarının temsil edilebildiği, bir oyun bile değerinin varlığına önem veren, barajsız, trajsız bir seçimle oluşan, kuvvetler ayrılığı temeline dayalı, laik, demokratik sosyal hukuk devleti ilkelerinden şaşmayan parlamenter demokrasiye acilen ihtiyaçlı olduğumuzu belirtmeden de geçemeyeceğim.  Konya Yenigün Gazetesi’ne bu anlamlı çalışmasından dolayı teşekkür ederim.

Kaynak: Duran Çölcü