"Önce Allah, sonra Türkiye" umudundan, Ğayretullah'a bir yol var.

"Ben, Ğayûrum, Allah benden daha Ğayûrdur. Kalbinde ğayret olmayan seven değildir." [Müslim, Lian:16]

"Allah Teâlâ kıskanır. Allah’ın kıskanması, haram kıldığı şeyi kulun işlemesindendir."

(Buhârî, Müslim, Tevbe 36. Tirmizî)

Rabbimiz Tealâ kullarının kendisinden başkalarına ilahlık yakıştırmasından razı değildir. Bunu 'büyük zulüm', 'şirk' olarak tanımlar. Kullarını şirkin büyüğünden küçüğünden, açığında gizlisinden ve günahlardan korumak için tedbirler alır, sınırlar koyar, sahiplenir, kıskanır. Hele bir kulunu ya da bir milleti severse, kendisinden başkasına, ümit bağlamasına ya da hayır ve şerri başkasından bilmesine bile rıza göstermez. O'nu bu şirk halinden korumak, başkalarına rağbetten gönlünü temizlemek, sadece kendisine bağlamak ister. Hane mamur olmadan padişah saraya girmez çünkü.

 Yusuf aleyhisselamı, çok sever mesela. Rüyasını yorumladığı arkadaşına, zindandan ayrılırken; 'kralın yanında benden bahset! ' demesi, gayretine dokunur. Şarap getir, meze götür... Kralın şarapçısı olan arkadaşına Yusuf'u unutturur. Hayatına dokunan biri unutulur mu, işte unutulur! Hatasını anlayıp, Rabbinden başkalarından tamamen umudunu kesince Yusuf, yedi yıl sonra zindan arkadaşı hatırlar O'nu. Alemlerin Rabbi'nin, bir millet de sevdiği özelliklere hâiz Gazze; " Önce Allah, sonra Türkiye " diyordu. Ğayretullah'a mı dokundu ne? Saray kapılarında esir Türkiye, zindandaki özgür arkadaşını unuttu.7 vakit sonra, 6'lı sayıların devri geçip, 7'li sayıların devri gelince, hatırlayacak belki! Eyvâh ki, Ğayretullah, pek sevdiklerini toplayıp ya da işaretleyip gittikten sonra.

Allah'ın sevdiği, kendileri de Allah'ı seven bir topluluk ;mü'minlere karşı merhametli, kâfirlere karşı vakarlı, Allah'ın dini için olağanüstü çaba göstererek cihadeden, kınayanların kınamasına aldırmayan, millet olma şuuruna sahip bir topluluktur. (Okuyunuz Mâide 54) Gazze gibi. Gazze bir millettir, dindir, yoldur.

Allah; gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, işiten kulağı, konuşan dili... olan sevdiği bir milletin, kendisiyle beraber başkalarına da umut beslemelerinden razı olmaz. Yalnız kendisinin imdâd edebileceğini öğretir, onlara ve mektep olduklarına. O milleti mektep yapar. Nurunu onlarla yayar.

Bütün dünya açlıga, susuzluğa, ölüme, evsizliğe,... terkeder onları. Böylece kalpler sadece Allah'a bağlansın, tertemiz olsun. Allah'tan başka umulan, imdâd eden olmadığı anlaşılsın Öyle kıskanır, sahiplenir ki bazen, tekrar kirlenmesine müsaade etmez kullarının. Aslî vatanına rücû ettirir toplu toplu. Razı olmuş ve razı olunmuş halde binlerce kez dirilip, binlerce kez ölmeyi dileyecekleri, şehitlere has ölüm lezzetiyle cennetine girsinler diye.

“Mükâfâtın büyüklüğü, belânın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belâya uğratır. Kim başına gelene rızâ gösterirse Allah ondan hoşnut olur. Kim de rızâ göstermezse, Allahın gazabına uğrar.” (Tirmizî, İbn Mâce')

Ğayûr Allah' ın, Ğayûr peygamberinin Sahabesi Ömer (r. a) da Ğayûr idi. Komutasında İslam ordusunun hiç yenilgi görmediği Hâlid b. Velid'in şöhreti, dillere destan olunca, zaferler Allah'tan değil, O'ndan sanılacaktı az kalsın. O olmazsa Allah’ın dini sahipsiz ve yardımsız kalacak değildi oysa. Allah'ın çizdiği kaderin, Ömer'in, Hâlid'in ya da başka birilerinin marifeti sanılması, iyiliğin yegâne sahibini gücendirir, kıskandırırdı. Bugün Mü'minlerin Emiri olarak Allah adına ğayret etmek Ömer'e düşerdi. Hemen Halid'i görevden aldı. Hâlâ devam eden zaferler, sahibine rücû etti. 'Tevfik, Allah'tan', zafer Allah'ın yardımıyla. Bilindi.

Ebû Ubeyde belki, aynı ğayretle sürecin başlangıcındaki kadar görünür değil.

Biz de Allah adına Ğayur olabilsek. O'nu perdeleyen suretlerden arınsak. Ki Nûr'u inkişâf etsin. Âfakda ve enfüsde.

Selam ile...