ZOR ZAMANLARDA BİRLİK VE BERABERLİK

Zor bir zaman dilimi içerisindeyiz. Zor günler geçecek, bitecek diyoruz; böyle düşünüyoruz, ümidimizi diri tutuyoruz ama tam anlamıyla milletin ekseriyetine yakın bir milli birlik ve seferberlik içinde değiliz. Zor günler geçiyor mu, yoksa daha zor günlere doğru mu gidiyoruz bilinmiyor. Terörle, Ardan Zentürk'ün dediği gibi ordulaştırılmış bir terörle mücadele etmekteyiz. Terörü ordulaştıran Türk düşmanı devletler var, terör örgütüne en gelişmiş silahlar yanında her türlü lojistik desteği de veriyorlar. Coğrafyamızda bizim ata mirası ANADOLU'muz var, petrol var, mazlum Müslümanlar var, bir de petrole silahlarının gücüyle konmaya çalışan ABD, Rusya ve başka devletler var. 

Evlatları asker ve polis olan aileler var. Bu evlatlar, 'ordulaştırılmış terörle' mücadelenin sürdüğü illerimizdeyse; aileler neler yaşıyorlar, bunu bilmemiz, bu üzüntülere ortak olmamız lazım. Şule ALTINEL'in, 29 Mayıs 2016 Pazar günkü Vahdet Gazetesi'nde yer alan; “11 ayda ömrüm bitti” başlıklı haberi, aklı polis ve asker Mehmetçiklerde olan bizler için büyük önem arz etmektedir:

"Her gün şehit cenazesi haberi almaktan, şehit cenazeleri kaldırmaktan milletçe yorgun düştük. Ancak bu durum en çok çatışmaların yaşandığı bölgelerde vatani görevini yapan Mehmetçiklerimizin ailelerini etkiliyor. Her şehit haberinde 'Acaba' diyerek yüreği ağzına gelen aileler teröre lanet yağdırıyor. Hatice Ayazlı, o binlerce asker annesinden sadece biri! 11 ay boyunca doğuda askerlik yapan oğlunun yolunu gözledi. Her şehit haberi aldığında aklına 21 yaşındaki oğlu Tunç Ayazlı geldi. İki hafta önce oğluna kavuşan anne Hatice Ayazlı ile oğlunun vatan için mücadele verdiği o günlerde neler hissettiğini konuştuk. Sesi titreyerek 11 ayı anlatmaya çalışan Ayazlı,  Allah kimsenin başına vermesin. Ha başkası ha benim oğlum, şehit annelerinin halini çok iyi anlıyorum. Oğlumu beklerken her gün başıma ağrı giriyordu” dedi. Hatice Ayazlı, hem ağladı, hem ağlattı! (!)

Bir gece rüyamda onun küçüklük halini gördüm. Onun peşine doğru koştum yakalayamadım. Küçükken çok zayıftı. Elinden tutmaya çalıştım, tuttum. Ama o bana “Ben gelmiyorum” dedi. Sabah uyanır uyanmaz telaşlanıp rüyamı eşime anlattım. Çok şükür ki, bir şey olmamıştı. Çok zordu gerçekten. İnan anlatılmaz. Tabi gazetede çalıştığım için eve gitmeden, gündüz bile haberleri alıyordum. Sürekli bomba patlıyor, şehit haberleri geliyordu. Her an yüreğim ağzımdaydı. Döneceği gün duygularınız nasıldı? “Dönmesine iki gün kala bile hiç rahat değildim. Döneceğini duyanlar bana, “Gözün aydın” diyordu. Ben de, “Eve gelmeden, gözüm görmeden inanmam” diyordum. Orada her an risk altındaydılar. Bizim de burada gözümüze uyku girmiyordu. 

11 ayda benim ömrüm bitti. Tansiyonum var ve onun stresinden sürekli burnum kanıyor. O askere gittiğinden beri benim burnum sürekli kanamaya başladı sıkıntıdan. Hastaneye gitmiştim, doktor bana, 'stresten oluyor, bu kadar ne takıyorsun kafana' dedi. Ben de ona 'Çocuğum askerde' dedim. 'Sadece senin çocuğun değil ki herkesin çocuğu askerde' diye cevap verdi. Ben de, 'Herkesin çocuğu kendine has' dedim. İşe gidip gelirken sıkıntı çekiyordum çünkü sürekli aklımda oğlum vardı. Arabaya bindiğim zaman, yatağa yattığım zaman.  Geldiği günü anlatır mısınız? “Mayıs ayının 12'sinde geldi. Biz havaalanına almaya gittik. 7 ay görmedim, giderken bayağı kiloluydu fakat o kadar zayıflamış ki. Havaalanında gördüğüm zaman hemen sarıldım, o da bana, “Anne dur herkes bize bakıyor” dedi. Bakarsa baksın dedim. Arabaya binince yol boyunca onu öperek geldim eve. Çok güzeldi. İstediği, en sevdiği yemekleri yaptım. Dolma istedi dolma sardım. Su böreği istedi yaptım. Baklava yaptım. Orada da yemekler güzelmiş, ama stresten hiç yiyememiş. Geldiğinde inanılmaz derecede zayıflamıştı. “

Seyfi Şahin'in, “Terörü Gündemden Çıkarmak “ başlıklı yazısından birkaç cümleyi okuyalım: (27 Mayıs 2016, Vahdet Gaz.)” Sayın Başbakan Binali Yıldırım'ın ilk sözü ve akdi; 'Terörü gündemden çıkaracağım' oldu. Bu bir milletle yapılan anlaşmadır, verilen bir sözdür. Umarız akit yerine getirilir. İslam'da gelenektir. Devleti yönetenler hakkında dualar yapılır: 'Yarabbi, vatanımız ve milletimizi yönetenleri, Hayırlı hizmetlere vesile kıl, Hatta vatanımız, milletimiz ve ümmeti Muhammedi, Kazalardan belalardan uzak kıl diye!' (!) Ama herkesin aklına şu soru gelecek. 30 senede kimse yapamadı da Sayın Yıldırım mı yapacak? Bir Başbakan eğer isterse yapar. Bu bir irade ve kararlılıktır. PKK, elinde 10 bin moralsiz çete barındırıyor. Yabancılar tarafından güçlü silahlarla donatılıyor. Ancak Türkiye'nin 600 bin askeri, 400 bin polisi, tankı, topu, uçağı var. Türkiye isterse devlet yıkar. Devlet kurar. Ancak gel gör ki, devletin elini kolunu bağlıyorlar. İçerden ve dışarıdan düşmanlar, Devletin mücadele gücünü kırıyorlar. Şimdiye kadar Türkiye'yi yönetenler, Açık ve gizli PKK'ya destek oldular. Ya bilerek yaptılar. Yahut gafletten, cehaletten yaptılar. Sonunda bu milletin anası ağladı. Hala katar katar şehitler geliyor. Hala analar ağlıyor. 40 bin insanımız hayatını kaybetti. On binlerce şehidimiz var. Başbuğ Türkeş: “Bu iş 6 ayda halledilir “ demişti. Sayın Binali Yıldırım isterse, Altı ayda terör gündemden düşer. Bu işin ehli Genelkurmay'dır. Onlar genel taktik ve stratejiyi bilir. Gayri nizami harbi bilir. İnisiyatifi verin onlar halletsin. Yani sıkıyönetim uygulayın. Bu iş bitsin vesselam.”

Ulu ve dualı milletimiz; “Ordulaştırılmış Terör”le mücadelede ateşten gömlek giyen devlet katındakilerle ve asker-polis Mehmetçiklerle maddeten ve manen güç birliği içinde olmalıdır. Her kurum bir kale gibi görülmeli, kurumun başındakiler de kendilerini kale komutanı gibi görmelidir. Bir okul müdürü, bir hastahane başhekimi, bir üniversite rektörü, bir köy muhtarı, her kamu çalışanı ve her bir yurttaş terörle mücadelede üzerine düşen tüm fedakârlığı yapmalıdır. Kamu kurumlarının başındakiler, adı konmamış bir seferberlik varmış gibi hareket etmelidir. Şehit evleri düzenli zaman dilimlerinde ziyaret edilmelidir. Güvenlik güçlerimizin manen olduğu gibi maddeten de rahat etmeleri için, bağışlar toplanmalı ve ilgili kurum amirliklerine teslim edilmelidir. Bir yerleşim birimine, şehidimiz geldiğinde, acil işler dışındaki tüm görevliler ve milletimizin evlatları törene katılmalıdır.

Zor zamanlardayız, bu zor zamanları aşmak için, sevgi, dirlik, birlik amaçlı olan bir seferberlik varmış gibi hareket etmeliyiz. Temmuz ayı zam ayı! Kimi gazeteler, şimdiden “zam” haberleri vermeye başladı. Lüzumsuz haberlerdir bence! Hiçbir kamu çalışanının ve emeklinin aklı maaşında ve alacağı zamda olmamalıdır. Zenginliğimiz de, varlığımız da dimdik ayakta duran devletimizdir; ulu ülkemiz Türkiye'mizdir. Önce belalardan kurtulalım. Bir ülkeniz yükselişi, kamunun çok kaliteli olmasına bağlıdır. Bu kalite, ülkemizde büyük oranda vardır. Gün fedakârlık günüdür.  İktidar partisi, hükümet ne yapmalıdır? Bunun da cevabını Akif Beki veriyor: “AK Parti, kendi akıbetiyle meşgul olmayı bırakıp hepimizin akıbetini ilgilendiren meselelere konsantre olmalı.” (Hürriyet, 26.05.2016)

Mete Yarar ve Ceyhun Bozkurt, beraberce ortak bir kitaba imza attılar: ”Kitabın ismini orada yaşayanlar koydu. Onların sokaklara, duvarlara yazdıkları bazı yazılar vardı. Biri de “İki deli bir araya gelmemeliydik” idi. PÖH'ler ve JÖH'ler için yazılmıştı. Tabii, bu operasyonların başlangıcıydı. Operasyonlar büyüdükçe PÖH'ler ve JÖH'lerin yanına Özel Kuvvetler, komando birlikleri, SAT'lar, SAS'lar, tank birlikleri, topçular eklendi. Hava Kuvvetleri de şehir operasyonları haricindeki diğer bütün operasyonlarda aktif olarak yer aldı. Onlar “İki deli bir araya gelmemeliydik” demişlerdi. Biz, bu kadar vatan sevdalısı delinin bir araya geldiği kitaba “Bu Delileri Bir Araya Getirmeyecektiniz” ismini uygun gördük.” Bu kitaptan birden fazla alıp hem kendimiz okumalıyız hem de başkalarına okutmalıyız!  Selam, sevgi ve hürmetlerimle efendim!