Sakarya'nın Serdivan İlçesi'nde, AK Parti İlçe Teşkilatı'nın düzenlemiş olduğu iftar yemeğinde, üzerinde Arapça “Allah” yazılı pide ikram edilmiş.

 Hem protokol üyelerinin, hem de diğer misafirlerin önüne konulan pideyi, partinin gençlik kollarına üye olan bir fırıncı hazırlamış.

Tabii bu olay, kamuoyunda birden duyulunca, hemen bir tartışma başlatmış. Kimsenin ne yediği, ne içtiği bizi ilgilendirmez. Ama toplumu ayakta tutan inançların, manevî değerlerin sulandırılmasına da gönlümüz razı olmaz.

Şekilcilikten, taklitten öteye geçmemiş bir düşüncesizliğin, bir aymazlığın, bir aptallığın göstergesi olan bu olay, asla tasvip de edilemez.

Bir zamanlar üzerinde Allah yazan Petek Bal resimleriyle, üzerinde Allah yazan karpuz çekirdekleriyle, yine sırtında Allah yazısına benzeyen şekillerle dünyaya gelen kuzu resimleriyle az oyalanmadık. Allah'ın varlığını bu resim ve görüntülerle isbat etme yarışlarına bile girdik.

Oysa Allah'ın varlığının delillerini aramak için bunlara bakmaya gerek yok. Hakk'ı gören bir göz, nereye bakarsa baksın Allah'ın varlığını hissedebilir. Allah'ın varlığının delillerini görebilir.

İnsan, kendi yaratılışına bile baksa, çevresindeki doğaya, hayvanlara, bitkilere, ağaçlara bile baksa,  bakabilse Allah'ın varlığını kavrayabilir.

Üzerinde “Allah” yazılı pideyi yapan fırıncının ne niyetle yaptığını bilmiyor isek de, o pideyi ikram edenlerin bunu ikram etmemesi gerekirdi. Öyle ya, pideler kesilip dilim dilim misafirlerin önüne servis yapılınca, Allah kelimesini oluşturan harflerden hangi harf kime kısmet oldu?

Bunu bilmek zordur. Ancak işin alay konusu olduğu da bir gerçektir. Sonuçta bu işgüzar arkadaşlar, hem inançlarımızla alay edilmesine yol açıyorlar, hem de kendi siyasî partilerine zarar veriyorlar.

Bir zamanlar da üzeri Kur'an-ı Kerim ayetleri yazılmış yaş pasta muhabbeti yapmıştık. O günlerde de okunup anlaşılması gereken Kur'an yerine, kesilip yenilen, okunmayan, okunup ciddiye alınmayan Kur'an'ı konuşmuştuk.

Evet, bu ve benzeri olaylar, İslâm'ın özüne fayda değil, zarar vermektedir.

                               HAVVA ANA'MIZIN YOL İLE İMTİHANI

Türkiye bu günlerde Rize Çamlıhemşin'li Rabia Havva Bekar'ı konuşuyor. Havva Anamız, Karadeniz'de 8 ilin yaylalarını birbirine bağlayacak 2 bin 600 km'lik “Yeşil Yol Projesi”ne hayır diyenlerin öncülüğünü yapıyor ve üst perdeden yüksek sesle bağırıyor.

“Yaylaların yolu birleşmeyecek. Kesinlikle istemiyoruz. Vali bize Çapulcu diyor. Çocukluğumuzdan beri burada yaşıyoruz. Vali kimdir? Halkım ben, halk” diye isyan ediyor.

“ Mahkeme biziz. Devlet yok halk var. Kimdir Devlet? Bizim dedelerimiz buradan aşağıya yaya gitmişler ve şehit olmuşlar” diyerek Jandarma'ya karşı direniyor.

Avusturya'da görev yaptığım yıllarda yüksek dağların, yaylaların nasıl da yollarla ulaşılabilir hale geldiğini, bisiklet yollarının bile dağların üzerinde bulunduğunu, ceylanların, dağ keçilerinin yollarda serbestçe sürüler halinde dolaştıklarını görünce hayretler içinde kalmıştım. Bu sebeple müthiş bir turizm potansiyeli vardı.

Ama Karadeniz böyle mi? Maalesef hayır. 

Karadeniz'in yollarını, sahil yolunu Sarp'a kadar, Artvin ve Ardahan'a kadar iyi bilirim. Yaylalarını, yayla yollarını doğru söylemek gerekirse bilmem. Ama yeşilin her tonunun yer aldığı, vatanımızın bu Cennet köşesini, şehir, ilçe, kasaba ve köylerinin bir kısmını, yerleşim durumlarını, nasıl zor bir hayat yaşadıklarını iyi tanırım.

Hamsiyi ve mısırı çok tüketen yöre halkı, özellikle kadınları çok çalışkandır, sempatiktir, hareketlidir, çabuk da kızabilen bir karaktere sahiptir.

Elbette yeşil vadilerin karartılması, rant alanına çevrilmesi, betonlaşması, plânsız ve projesiz ucube yapılarla çirkinleştirilmesi, ormanlık alanların kesilip yağmalanması tasvip edilemez.

Ama yol, medeniyettir. O yaylaları güven içinde gezebilmek, ihtiyaçlarını kolayca karşılayabilmek de önemlidir. Mehmet Akif, Safahat'ında,

“Bize lazım iki şey var: Biri mektep, biri yol” diye boşuna söylemez.

Havva Anamızın gelini, kızı yaylalarda aniden hastalansa, doğum sancısıyla kıvransa, eşi, oğlu düşse, bayılsa, ayağı kırılsa, torunları okula gitmek istese ne yapacaktır? O zaman da “Devlet nerede? Nerede bu Devlet?” diye bağıracak mıdır?

Korkarım Havva Anamız, birilerinin oyununa gelmez. Korkarım birileri O'nun saf ve temiz yürekliliğini kullanmaya kalkmaz.

Gönlümden geçen Devlet'in ne yapacağını, nasıl yapacağını, niçin yapacağını Karadeniz'in o güzel insanlarına anlatıp, onları ikna etmesi, şeffaf davranmasıdır.

Gönlümden geçen, Devlet ve Millet'in kaynaşmasıdır.

                                    ALİ OKUTAN VE BİR TEKLİF

Selçuklu Müftümüz gayretli ve fedakâr insan merhum Ali Okutan, İL Müftümüz Prof. Dr. Ali Akpınar ile NEÜ Rektörü Prof. Dr.Muzaffer Şeker'le birlikte NEÜ Kampüs'üne yapılması düşünülen Camii hakkında toplantı halindeyken kalp krizi geçirerek vefat etmiş.

Ali Okutan kardeşimiz, Konya Selçuklu İlçesi'ne devâsa Camiler, Kur'an Kursları, yurtlar kazandırmıştır.

İhlâs ve gayretine şahitlik eden biri olarak, O'nun Konya'da ismini yaşatmak açısından, NEÜ Kampüs'üne yapılacak camiye “Ali Okutan Camii” isminin verilmesini istiyorum. Ve buradan teklifte bulunuyorum.

Allah, kendi yolunda çalışanlara yardım, Ali Okutan'a da rahmet etsin.

 

                                                  GÜNÜN SÖZÜ

SEN BİLKİ, KENDİNDEN GAFİL OLUR HAZIRLANMAZSAN, BAŞKASI SENİN YERİNE HAZIRLANMAZ.

 

                                                                                                            Hz. Osman (r.a)