Her sabah olduğu üzere kafasına üşüşen binlerce düşüncenin şaşkınlığı içinde bir an ne yapacağını unutan Ahmet Usta, elini sinek kovalar gibi birkaç kez salladıktan sonra anahtar koçanını arka cebinden çıkarıp arasından dükkânın anahtarını buldu ve Bismillah diyerek kapıyı açtı. Ekmek kasasını içeri almadan dolabın önüne temiz bir örtü yaydı; kasayı bu örtünün üzerine koydu. Gazete rafını kapının önüne yerleştirdi. Gazete dağıtıcısı raf içerde iken gelirse ayakkabılarını paspasa silmeden paldır küldür içeri girer, gazete koçanını sertçe yere bırakır ve aynı hızla motosikletine binip uzaklaşırdı. Havaya kalkan toz zerreleri arasında Ahmet Usta adamın ardından bakakalırdı. Eğer raf dışarı çıkarılmışsa motorundan inmeden Ahmet Ustanın gelip gazeteleri almasını beklerdi.

 Ceketini çıkartıp düzgün bir şekilde duvardaki askıya astı. Kolluklarını taktı; tezgâhın altındaki çekmeceden yeni bir çift eldiven çıkartıp eline geçirdi ve uzun, beyaz önlüğünü itina ile giydi. İlk müşteriler gelmeden evvel ekmekleri dolaba yerleştirmeliydi. Aksi takdirde gelen müşteri kasada ellemedik ekmek bırakmazdı.

Ah birde şu ekmek dolabını her Allahın günü silip temizlemek ve ekmekleri boy sırasına göre yerleştirmek olmasa! Bu işi çabucak tamamlayabilirdi. Adam sende! Nizamsız yapılan işten ne hayır beklenebilirdi ki? Hem bu tek kullanımlık eldivenler sayesinde işlerini eskisine nazaran daha çabuk tamamlayabiliyordu. Eskiden bir işe başlamadan ellerini üç kez yıkaması ve kolonya ile bir güzel ovduktan sonra havluyla kurulamadan kendi kendine kurumasını beklemesi ne çok zamanını alıyordu. İyi ki evdeki emektar bu eldivenleri keşfetmişti. Ah mübarek kadın! Az kahrını çekmedi. Her gün havluları ve çarşafları değiştir, çamaşırları elde yıka-zira her gün makine çalıştıracak kadar çamaşır birikmez-  yine her gün Ahmet Ustanın pantolon ve gömleklerini yıka ütüle; halıları iki kat süpür, parkeleri çamaşır suyuyla ov! Bu kadar zorluğa rağmen bir gün şikâyet etmemiş, kocasına duyduğu saygı ve sevgisinden bir zerre kaybetmemiş melek huylu bir kadındı.  

Ahmet Usta işini severek yapıyordu. Ne de olsa baba mesleğiydi. Fakat bu titizlik; bu üzerine yapışmış zannedilen fena haslet,  zaman zaman onu da çevresindekileri de hayatından bezdiriyordu. Sahi ne zaman bu denli titiz olmuştu?  Rahmetli annesini elinde hep bir süpürge ya da temizlik beziyle hatırlardı. Babasıyla bu konuda sıklıkla münakaşa ettikleri vaki idi. Kadıncağız sabahtan akşama dek durmadan temizlik yapmaktan genç yaşında kalp damarlarını etkileyen bir romatizma hastalığına yakalanmış ve çok geçmeden de bu dünyadan göçmüştü. 

Yakınları, onu tanıyanlar bir ruh hastalıkları uzmanına başvurmasını söylüyordu fakat o bunu hekime başvurulacak bir hastalık olarak değil yaratılıştan gelen bir huy, karakter ya da genetik bir durum olarak değerlendirdiğinden hekime gitmeye yanaşmıyordu. Hem temiz ve düzenli olmanın neresi kötüydü? Peygamber(sav)'Temizlik imanın yarısıdır' diye buyurmamış mıydı? Fakat bir de işin ifrat kısmı vardı. Hadiste bahsedilen kendini zora koşmak değildi. Mensubu olduğu din kolaylık diniydi.  Bütün bunları kendisi de çok iyi biliyordu fakat bilmek ayrı hayata geçirmek ayrı şeylerdi. Bir anda zihnine hücum eden zehir zemberek düşüncelerle başa çıkmak hiçte kolay değildi üstelik 'acaba' sorusu beynini kemirirken! 'Acaba ellerim tam olarak temizlendi mi?' ' Parayı alırken parmağımı değdirmiş olabilir miyim?'-genellikle para alırken de eldiven kullanırdı- Acaba acaba acaba!

Bereket versin bu marazi titizliğini müşterilerine fazla yansıtmazdı. Babasından aldığı esnaf terbiyesi gereği müşteri velinimetti. Babası her vakit; 'Müşteri velinimettir; başımızın tacıdır oğlum. Allah kimsenin rızık kapısını kapatmasın' derdi.  Eski adamların hemen her sözü atalar sözü hükmünde değerli ve yerinde denilse mübalağa edilmiş olmaz. 

Ahmet Usta babasının genç kabul edilecek yaşta ölümünü burnunun direği sızlayarak hatırlıyor. 'Canım babam şimdi yaşasaydın da sana yine akıl danışsaydım. Hiçbir iş yapmayıp sadece kasanın başında otursaydın tek gölgen üzerimde olaydı.' Anılardan sıyrılıp tezgâhın önünde kendisine uzanmış minik avuçları fark ediyor; Bu ilk torunu Elif. Küçük kız avucunda tuttuğu birkaç renkli şekeri gösteriyor  'dedeciğim bunları alabilir miyim?