Türk Edebiyatının yetiştirdiği usta edip Yahya Kemal’in;

Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.

Dizeleri dönüp duruyor beynimde nicedir. İnsan diyorum kökleriyle var olur, olmalı; ayağımızın birini tarih denilen, geçmiş denilen o sabit noktaya koymazsak bozkırın çalıları misali en ufak esinti savurur bizi oradan oraya. Kimliğimizi kişiliğimizi nereden gelip nerelere yol aldığımızı hep bu bilgi aracılığı ile bilir, o sayede konumlandırırız.

Selef de bunu böyle düşünmüş olmalı ki canım ülkemin toprakları üzerinde halen Selçuklu cami, imaret, saray, han ve hamamları, türbeleri, medreseleri yüzyıllara meydan okumuşluğun vakarı içinde arzı endam etmekte. Onları yıkıp yok etmek bir yana hatta onları koruyup zaman zaman yıpranan yerlerini aslına sadık kalarak tamir etmiş ve asırlar sonra gelecek torunlarına teslim ve emanet etmişlerdir. Zaten yurdu yurt yapan bir atalarından aldığı miras (dil, kültür, sanat, mimari) bir de mezar taşlarıdır. Zıddı taş üstünde taş koymamacasına bir yıkım ve kayıp olurdu ki ne onlar ne de sonradan gelen bizler emeğin kıymeti, hazinenin değeri yanında vefa, saygı, hürmet gibi özdeğerleri de kavrayamazdık. Osmanlı değil Anadolu’da fethettiği topraklarda dahi kültürel, dini yapıya sahip çıkmış korumuştur. Büyüklük yıkmakla değil ancak yapmakla cesamet kazanır.

 İmar, mamur aynı kökten türemiş bayındırlık anlamını taşıyan kelimelerdir ve şehirlerin bayındırlığı denince hemen akla belediyecilik kavramını getirir. Yola her seferinden ta en başından başlamak elbette çok yorucudur ve fuzuli enerji, kaynak ve vakit sarfiyatıdır. Bu nedenle makul ve mantıklı olan bayrağı devralınan yerden daha ileriye taşımaya çalışmaktır. Asıl olan mevcudu korumak ve gerekli yerde yenilikler ve güzellikler ilave ederek zenginleştirmektir. Tek başına bir boncuk tanesi bir şey ifade etmezken taneler bir araya gelerek ‘hû’lara yol alan tespih olur, gerdanı kolları süsleyen bezek olur...

Konya’nın merkezinde yedi yıl önce inşa edilerek kültüre, sanata, sanatçıya, esere, yazara, okura kıymet veren, sahip çıkan içinde daima hoş sohbetlerin döndüğü, dumanı üstünde çayların güler yüzlü sıcak merhabalara eşlik ettiği adeta ikinci yuvamız Yazarlar Birliği Konya evindeyiz. Hemen her türden kitabı barındıran zengin kütüphanede kitap kokuları arasında kalem erbabının kelamı kibarıyla dimağımız gönlümüz mest olmuş. İlime irfana katkı sağlamaktan başka gayesi olmayan okumuş yazmış bu işe ömür adamış aydın zümre hayata geçirmeyi planladıkları yepyeni projelerinden bahsederken nasıl heyecanlı. Derken açık olan kapıdan içeri bir adem giriyor. Bir haberci ulak kayıtsızlığıyla bir münadi uyarmasıyla sıralıyor sözlerini. Yeni proje! diyor, yıkım diyor, en kısa zamanda boşaltın diyor. Size yazı gelmedi mi diyor.

Heyecan dolu kelimeler bardakta soğuyan çay gibi tavsıyor. Ortada buz gibi bir sessizlik. Orada bulunan herkes evi başına yıkılmak istenen vatandaşın duyduğu öfke hınç ve en acısı da çaresizlik duyguları içinde kıvranıyor. Kitaplara kayıyor gözlerimiz gayrı ihtiyari. Onları raflarda inmiş kolilere istiflenmiş ve bir deponun soğukluğuna terkedilmiş hayal ediyoruz.

Hepimiz tek yüreğiz ve en güçlü aracımız kalemimize sığınıyoruz. Çünkü biliyoruz ki kalemin sustuğu, mürekkebin kuruduğu yerde dil, sanat, kültür ve medeniyet yok olur ve hayat damarları kurur.

Aklı selime davet! Konya’nın bu en aktif çalışan sivil toplum kuruluşu böylesi bir muameleyi asla hak etmiyor...