1 Nisan şakası gibi, bir 31 Mart günü, ama karanlık, ama gergin, ama korku ve endişe dolu, aynı zamanda üzücü bir gün yaşadık.

Sadece Konya'yla sınırlı kalmayan, bütün ülkeyi bir anda koyu bir karanlığa bürüyen bir günü yaşadık. Ulaşımdan, iletişime, trafikten sağlığa, sanayiden, ekonomiye pek çok alanda hayatın felç olduğu,  milyonlarca lira zarara uğradığımız, hiç de normal olmayan karanlık bir Salı günü geçirdik.

Birileri “ayağınızı denk alın” ya da “biletinizi kesiyoruz” ve yahut “106 yıl önce Abdulhamit Han'a, 31 Mart'ta yaptığımızı size de yaparız” der gibiydi, sanki.

Bu arada öğleye doğru Çarşamba günü için yazacağım yazımı zihnimde tasarlamış, bilgisayarımın başına geçmiştim. Zihnimde “Şeytan, şeytanın hoşlandığı işler, şeytanın işlevi, şeytanın yardımcıları” gibi düşüncelerimi yazmak vardı. Gariptir ki Salı günü yaşananlar, tam da şeytanca idi.

AGD Konya Şubesi Başkanı Mehmet Parlak'ın, telefonuma WhatsApp aracılığı ile gönderdiği, şeytanla ilgili bir olay da yazıma ilham kaynağı olacaktı. Allah razı olsun, Mehmet Parlak, şeytanın işlevini çok güzel özetleyen, okuyunca biraz gülümseten biraz da düşündüren, mini bir hikâye göndermişti. Aşağıya aldığım bu hikâye, iyi niyetle sadece buzağının ipini gevşeten şeytanın hikâyesiydi.

Bu arada, her gün kötülüklerinden, fenalıklarından, tuzaklarından, aldatmalarından, Allah'a sığındığımız, kovulmuş ve lanetlenmiş Şeytan'ı bilmeyenimiz, tanımayanımız, duymayanımız yoktur.

O ki, Adem'den ötürü Allah'a secde etmeyen, kendini beğenen, kendini çok akıllı görüp, Allah'ın emri karşısında akıl yürütüp, Allah'a isyan eden, özü ateş, aslı ateş olan, insanın ve insanlığın baş düşmanı bir varlıktır.

O ki, Allah'ın emrinden çıktığı için, insanları da saptırmak için gayret eder, Allah'ın zikrinden uzak kalıp, Allah'ı unutanlarla dostluk kurar, Allah'ın yarattığını bozmaya, değiştirmeye çalışır, Kur'an, Besmele ve Ezan okunan her yerden kaçar.

O ki kötülükleri, insanlara güzel gösterir. İnsana dost görünen bir düşmandır. Ama iyi bir düşmandır. İnsanın sağından, solundan, önünden arkasından, altından üstünden, damardan girer. Kan gibi insanın damarlarında dolaşır.

O ki, fıtrata aykırı olan şeyleri emreder, fakirlik korkusu telkin ederek, insanların yardım etme duygularını söndürür. Kalplere vesvese verir, Müslümanların arasını açmaya çalışır.

O ki çıplaklığın en büyük teşvikçisidir. Hayâsızlığı ve ahlâksızlığı, çirkinliği ve fesat duygularını, kin ve düşmanlığı yaymaya çalışır.

O ki, boş ve tembel insanların dostudur. Boş insanın kalfasıdır. Acele edenin işine karışanıdır. Öfkesini yutmayanın gaza getirenidir.

Kısacası O, insanın baş düşmanıdır. Tek düşmanıdır. Ne yazık ki gönüllü gönülsüz O'na çalışan pek çok yardımcısı ve yardakçısı vardır. Şeytanlıkta şeytanı emekliye ayıracak yetenekte, şeytanlaşmış pek çok insan vardır.

İşte bu düşüncelerimi yazacakken bir anda elektrikler kesildi. Yarım saat, bir saat bekledim gelmedi, ikindi oldu gelmedi. Gazeteyi arayıp “ yazımı yazamadım, gönderemiyorum” demek istedim, telefonla ulaşamadım.

Akşam oldu yine elektrikler gelmedi. Mahalle bakkalından “akşam için mum alalım bari” dedim, iki misli fiyatla mum almak zorunda kaldım.

Akşama kadar gelmeyen elektrikler, yatsıdan önce nihayet geldi ve her yer bir anda aydınlandı. Derin bir “Elhamdülillah” dedim, dedik.” Allah'ım kimseyi karanlıkta koyma!” diye dua ettik.

Elektriklerin gelmesiyle dış dünyaya kapan gözlerimiz ve kulaklarımız açılınca acı bir haberle sarsıldık.

İstanbul Adliyesi'nde terör örgütü DHKP-C üyesi iki teröristi, savcı Mehmet Kiraz'ı uzun süre rehin alıp, sonra öldürmeleri olayıyla tekrar karanlığa gömüldük. Bu karanlık acı bir karanlıktı.

Bu karanlık, ülkemizi kaos ortamına sokmak isteyenlerin, hain ve alçakların, şeytanın çocuklarının ortaya koyduğu, yürekleri yakan bir karanlıktı.

Hâsılı Şeytan ve O'nun çocukları boş durmuyorlardı.

Analar ağlasın, eşler dul, çocuklar yetim kalsın, huzur ve istikrar yok olsun, ülke batsın istiyorlardı.

Ya onları alkışlayıp, destekleyen ve terörist bile diyemeyenlere ne demeli?

BUZAĞININ İPİNİ GEVŞETEN ŞEYTAN

“Günlerden bir gün, şeytanın yolu bir köye düşmüş. Keyfi yerinde olan şeytan, sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan bir kadını izlemiş.

Şeytan kadını epeyce izledikten sonra yerinden kalkıp kazığa bağlı buzağının ipini biraz gevşetmiş. Buzağı bu, annesinin sütünün kovaya sağılmasını, aç karnına izlemeye daha fazla dayanamamış, debelenmiş ve boynundaki ipi çıkararak, annesinin memesine koşmuş, sütle dolu olan kovayı devirmiş.

Bunu gören kadın öfkelenip, eline aldığı koca bir odunla buzağının kafasına vurmuş. Buzağı anında acıyla bağırarak ölmüş. Yavrusunun öldüğünü gören inek de, bir tekmeyle kadını öldürmüş.

Kadının öldüğünü gören kayınpederi eline aldığı tüfekle ineği öldürmüş, silah sesini duyup gelen kadının kocası da, babasını eşimi öldürdü diyerek sorup öğrenmeden babasını öldürmüş.

Daha sonra gerçekleri komşusundan öğrenen adam, üzüntüsünden intihar etmiş.

Bütün bu olayları uzaktan izleyen şeytan “Bu felaketi de bana yüklerler. Ben buzağının ipini gevşetmekten başka ne yaptım ki “ diyerek kıs kıs gülmüş.”

Sonuç olarak, şeytan üzerine düşeni, yapması gerekeni yapıyor ve kıyamete kadar da yapmaya devam edecek.

Önemli olan bizim şeytanın tuzaklarına düşmememiz, şeytanın kulu ve kölesi, oyuncağı olmamamız.

Önemli olan şeytanlaşıp, şeytanın çocuğu, şeytanın yardımcısı konumuna dönüşmememiz.

Bilmem anlatabildim mi?

                                               GÜNÜN SÖZÜ

DİL İLE DÜĞÜMLENEN, DİŞ İLE ÇÖZÜLMEZ.

                                                                                                        Kaşgarlı Mahmut