Bu gün 20 Ocak 2016. Sabahları televizyonu açmaya korkuyorum. Yine bir sürü şehit haberleri alacağım diye ellerim geri geri gidiyor. Velhasıl televizyonu açamadım. Kayın validemin tedavi günüydü. 9.30 da randevusu olduğu için Polikliniğe gittik. Sıramıza beklerken ben ne kadar şehit haberlerinden kaçsam da televizyon açıktı ve ard arda şehit haberleri veriliyordu. İçim sıkıldı. Duymamak için çantamdan kitabı çıkardım. Duymamak ne mümkün? O kadınların ağlayışları, feryatları bırak duymayı ruhumun en derinliklerine kadar işledi. “Düşmanlarımı güldürmemek için ağlamayacağıma söz vermiştim. Dayanamıyorum yavrum!” Ben de kendi kendime söz veriyorum, “ağlamayacağım” diye; ama kalbime söz geçiremiyorum. Her şehidimizin arkasından ben de kanlı gözyaşı döküyorum. Halimiz ne olacak diye merak ediyorum. PKK'lı teröristlere bu kadar taviz verildikten sonra acaba düzlüğe çıkabilecek miyiz? Yoksa bizim yolumuz hep yokuşa mı çıkacak? Hakkâri, Silopi ve Şırnak'ta kısmi olarak vatandaşların sokağa çıkmalarına izin veriliyor. Bakıyoruz ki her taraf harabeye dönmüş. Evler de oturulacak gibi değil. Bu karda kışta o garibanların Allah yardımcıları olsun? Memleketi bu hale getirenlere ne demeli bilemiyorum. PKK her ilde yığınak yaparken, hendekler kazıp, oraları kurtarılmış bölge haline getirirken hükümet olarak onlar ne iş yapıyordu, merak ediyorum. Neden bu kadar sessiz kalındı? Diyarbakır'da adamlar “Bağımsız Kürdistan” 'ı ilan edip, başkent Diyarbakır'ı seçerken neden o Belediye Başkanı ve meclisteki uzantılarına gereken işlem yapılmadı? Hakkâri'de görev yapan öğretmen kardeşlerimiz okullarını korku ile gidip geliyorlar. Her bir olayda yüreğimiz ağzımıza geliyor, “acaba başlarına bir şey mi geldi diye. Oraya gidip gelen çocukları aileleri, “Hakkâri hava alanına uçağımız bile inemiyor. Neresi bizim. Resmen ele geçirmişler, bizden koparmaya çalışıyorlar.”diyor. Ben Meclisteki HDP güruhunun hiçbir zaman Kürt halkını temsil ettiklerine inanmıyorum, inanmayacağım da. Çünkü her birisi birer militan ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine kafa tutuyorlar. Daha ne kadar bu güruhun başlarını sıvazlayacaksınız?

 ****

20 Ocak 1990-Rusların Azerbaycan'a Girmesi. 20 Ocak bana derinden duyduğum bir olayı daha hatırlatıyor. 20 Ocak 1990'da Sovyetler Birliğinin Azerbaycan halkına yaptığı katliamdır. Zaten Rusya idaresi altında bulunan Türk ve Müslüman topluluklarına daimi surette baskı ve yıldırma politikası takip ediyor, Türk aydınlarını halka önder olmasın diye kimilerini sürgüne gönderiyorlar, kimilerini de idama mahkûm ediyorlardı. 1980'li yılların sonuna doğru SSCB devlet başkanı Mihail Gorbaçov tarafından başlatılan Prestroyka ve Glastnot projesiyle ortaya çıktı ve parlamenter sistemi güçlendirerek hükümran olduğu topluklara biraz söz hakkı veren ılımlı bir tablo çizdi. Bu proje ile Gorbaçov, Kafkas Cumhuriyetlerine yeni özgürlükler sağladı. Ancak bu özgürlükler, öteden beri bastırılmış olan milliyetçilik duygularını da su yüzüne çıkardı. Ermeniler yüz binlerce Türkü Azerbaycan'ın bir parçası olan Dağlık Karabağ'dan ve Ermenistan'dan çıkartarak sınır dışı ettiler. Kış gününde yapılan bu sürgünde pek çok Türk yollarda donarak ve Ermeni çetelerinin saldırısına uğrayarak hayatlarını kaybettiler. Güçlükle Bakü'ye ulaşabilenler de çok namüsait ortamlarda hayat mücadelesi vermeye başladılar. Buna mukabil Azerbaycan hükümeti de birçok Ermeni'yi Sumgayıt ve Bakü'den çıkararak misillemede bulundu. Sovyet Devleti, Ermenilerin yaptıklarına sessiz kalırken, bilhassa onları modern silahlarla desteklerken ve yaptıklarına göz yumarken tarihten de biriktirdiği bütün kinini ve hıncını Türkler üzerine kustu. Azerbaycan'da sıkıyönetim ilan etti ve bağımsızlık için çalışan milliyetçi aydın ve devlet adamlarını tutuklamaya başladı. Abluka altına alınan parlamento binasından Elçi Bey ve yakınlarını o vakit Kadın Muharip takımının komutanı olan Hanım Halilova kaçırıp güvenli bir yere sakladı. Bu olayı Halilova, “Ebulfeyz Elçi Bey ile bağımsızlığa Giden Yol”adlı kitabında hem Rusların hem de Ermenilerin Türklere karşı nasıl bir soykırım uyguladıklarını detaylarıyla anlatır. Hanım Halilova'dan dinleyelim: “19 Ocağı 20 Ocağa bağlayan gece Ruslar hükümete haber veremden Bakü'ye girdi! Vezirov'u Ruslar Uçakla Moskova'ya kaçırdılar. Azerbaycan'da kalsaydı halkın gazabına uğrayacaktı. Halk olayların müsebbibi olarak Vezirov'u görüyordu. Azerbaycan komünist Partisinin başına Muttalibov'u getirdiler. Saat 23.00 civarıydı. Bakü'de elektrikler kesilmiş, tank ve roket sesleri duyulmaya başlamıştı. Dışarı çıkmak mümkün değildi; ama çıkmam gerekiyordu. Araba hazırdı. Elçi Bey'in evine gittim. Halime Hanım'a derhal hazırlanmasını söyledim. Henüz nereye götüreceğime karar vermemiştim. Bir ara Sumgayıt'taki ablama götürmeyi düşündüm. Ama sonradan duydum ki tanklar o yol üzerinden girmiş. İyi ki oraya götürmemişim. Kendi evimi de düşündüm; ama orası güvenli değildi, araya bilirlerdi. Aklıma Elçi Bey'in büyük ağabeyi Murat geldi. Onun evi güvenli olurdu! Azerbaycan'da başlayan özgürlük hareketini bastırmak amacıyla 20 Ocak 1990'da Rus tankları Bakü'ye girip sivil insanları şehit ederek sıkıyönetim ilan etmişlerdi. Böyle bir durumda tabi ki vatan ve millet için önemli olanı düşünüyorsunuz. Elçi Beyi hanımını Murat beyin evine bıraktıktan sonra evime gidiyorum; ama aklımda daima teşkilattaki kadınları aramak ve onlara güç vermek gerektiği var!” (s.159 v.d) “!Sumgayıt'ta çalışmaya giden bir kadın profesörü Rus tankı arabasıyla beraber ezmişti. Kimi görseler öldürüyorlar, ambulanslara ateş ediyorlardı. Hastanelerde elektrikleri kesmişlerdi ve mum ışığında ameliyatlar yapılıyordu. Böyle bir vahşet ortamı! Bütün bunlara rağmen Dilara Aliyeva ile birlikte bütün kadınları organize etmeye çalışıyor ve kadınlara siyah bayrak getirmelerini söylüyorduk! Bizler yürüyüşü planlarken Rus generali de bizi arıyor ve “eğer çıkarsanız sizi öldüreceğiz.” Diyordu. Bunun üzerine Dilara Hanım bana “Çıkmayalım.”dedi Cevabım: “Karar verdik, çıkacağız oldu.” (s.163 v.d) Türk Oğlu! Türk kızı! Düşmanın tanı ve onlara asla güvenme. Sadece ülkenin çıkarları doğrultusunda ekonomide ve dış siyasette tedbirli olarak ilişkilerde bulun; ama asla ihtiyatı elden bırakma! Tanrı Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve diğer soydaşlarımızın kurduğu devletleri korusun ve Türkü yüceltsin. Amin.

Not: Konya Türk Ocağında bu haftaki Cumartesi konferansında Türkiye Amerika ilişkileri masaya yatırılacak. Konuşmacı Özdemir Akbal, 23 Ocak 2016 saat 14.00'de Hamdullah Suphi Tanrıöver Konferans Salonunda “Büyük Devletlerin dünya Politikaları ve Türkiye'ye Etkileri- ABD” adlı konferansını takdim edecek. Tüm Konyalılar davetlidir.