Geçtiğimiz günlerde Çumra -Okçu Mahallesinde Veysel Çakmak’ın kendi imkânları ile oluşturduğu müzeyi ziyaret edince “Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır ”atasözü aklımıza geldi. Demek ki, tarihe duyarlı bir kişi olursanız ve aşk derecesinde işinizi severseniz geçmişimizin izlerini bulabileceğimiz, her köşesi kültür, her köşesi tarih kokan mütevazı de olsa bir müze kurabiliyorsunuz. Her geçen gün yeni malzemeler de zenginleştirebiliyorsunuz.

 Konya Aydınlar Ocağı yönetim kurulu olarak gezme fırsatı bulduğumuz Çumra Okçu Mahallesi’ndeki butik müze; tek bir kişinin bitmek tükenmek bilmeyen çabası ile taşrada sessiz sedasız, etrafındakilerin de desteği ile tarihe nasıl not düşüldüğünün, görülmeye değer hikâyesidir.

Okçu’nun ismi Karamanoğulları Beyliğine kadar uzanır. Beyliğin okçuları burada talim yaptığı için “Okçu” ismini almıştı.

Konumuz Okçu’nun tarihçesi değil. Müzeden söz etmek itiyoruz. Söz konusu olan otuz beş senelik bir emektir. Veysel Çakmak kardeşimiz, uzun yıllardır geçmişte kullanılan tarım aletlerini, ev ve mutfak eşyalarını, dokumaları derlemiş –toplamış ve evinde bir müze oluşturmuştur.

Gelelim müzeye.

Cümle kapısından avluya girişte bahçe duvarlarında saban ve pulluktan tutunda düvene kadar, kosadan tutun da orağa kadar, yabaya, tırmığa, hatta küplere kadar birçok malzeme sizi atalarınızın yaşadığı hayata götürmekte.

Ayrıca, evin üst katı da müze olarak kullanılmakta. Okkadan, uruba, şinik ve kileye, teraziye, kilograma uzanan ağırlık ölçüleri boynu bükük ziyaretçilerini beklemekte.

Türkülerimize konu olmuş keklik kafesi de müzede yerini almış. Unutmayalım, yeni nesil ve yaşı muhtemelen kırk beşin altındakiler hiç görmemişlerdir, ama nenelerimizin buzdolabı “bastırak” da müzede yerini almış ve misafirlerini tavandan selamlamakta..

İdare lambasının nasıl idareli kullanılacağını lamba üzerindeki mekanizme ile öğreniyoruz. “Şinanay “deyiminin cam fanus içindeki idare lambası için kullanıldığını öğrenmek doğrusu bizim için sürpriz oldu.

“Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane.”

El kahve değirmenlerinde çekilen kahve ile kurulan kırk yıllık hatırların ve hatıraların izleri de müzede.

Mutfaklarda kullanılan kap, kacaklar. Toprak ve metal tas tabaklar. Leğenler, kazanlar, helkeler.
Halı tezgâhları. Istar. Kök boya ile dokunmuş halılar. Kilimler. Yün eğiren kirmanlar.

Zamanımıza yaklaştıkça yaklaşık 20-25 yıl önce kullanılan, manuel daktilo ve hesap makineleri.

Hepsi ve daha fazlası müzede.

Veysel Çakmak’ın müzesini ziyaretimiz yaklaşık iki saat kadar sürdü.

Veysek Çakmak’ın, malzemeler hakkında verdiği doyurucu bilgiye hayran kaldık. BU arada Veysel Bey’e hem bu örnek çalışmasından hem de misafirperverliğinden dolayı teşekkür ediyoruz.

Bir temennimizi ve isteğimizi de dile getirelim.

Yerel yönetimlerimizin de bu çalışmalara sahip çıkması ve destek olması.

 İfade etmeden geçmek olmaz.

“Çok az müzesi olan bir ülke hem maddi, hem de ruhsal açıdan fakirdir.”

Yurtiçinde ve yurtdışında seyahatlerde gördüğümüz, hem kamunun hem de fertlerin müzecilik konusunda ellerini taşın altına koyduğudur.

Sözgelimi, geçen aylarda ziyaret ettiğimiz Lübnan’daki Dayr’ul Kamer’deki Musa Kalesi buna harika bir örnektir. Mousa varıyla yoğuyla bu kaleyi uzun bir süre zarfında inşa etmiştir. Bugün aile müzeyi işletmeye devam etmektedir. Yine ülkemizde birçok yerde şehir müzeleri, köy müzeleri oluşturulmuştur.

Geçmişimize sahip çıkmazsak, eserlerimizin izlerini, Berlin’de, Paris’te, Londra’da bulacağımız gerçeği ile yüzleşmemiz kaçınılmazdır.

“Sahipsiz eserlerin kaybolması haktır, sen sahip çıkarsan bu eserler kaybolmayacaktır.”

Bilincinde olmalıyız.

Son olarak, Konya Büyükşehir Belediyesi’nin Dar’ül Mülk ve Taş Bina’daki ve Çatalhüyük karşılama merkezindeki sergilerini takdirle karşıladığımızı ifade etmek isteriz. Yine Selçuklu Belediyemizin, Konya için önemli bir ziyaret merkezi olan “Tropikal Kelebek Bahçesi “  de övgüyü hak ediyor.

Bu konuda emeği geçenlere teşekkür ediyoruz.

Ancak, alınacak çok yolumuz var.

Selam ve dua ile..