“MUTLU HAYATIN DOKUZ ALTIN KURALI” 

“Aydınlanma Çağı düşünürlerinin sanayi devrimi aşamasında oluşturdukları “hayat projesi”, kısaca söylemek gerekirse, tam anlamıyla din dışıydı.

Bunu zaten iftiharla söylüyor, “Bu projenin herhangi bir yerinde tanrıya yer yoktur” diyorlardı. (!)

Çok çalışacaklar, çok üretecekler, ürettiklerini satıp paraya çevirecekler ve paranın gücü sayesinde mutlu yaşayacaklardı. “Paranın gücü” silaha aktı, savaşlar ve terör yıkım üzerine yıkım getirdi, bölüşümdeki adaletsizlik ise yürek sızlatıcı boyutlara ulaştı: Mutluluk hâlâ kocaman bir serap, ya da masal dağının (Kaf Dağı) Zümrüdü Anka Kuşu...

Derin hayal kırıklığını bir süre için bilimsel buluşlarla teknolojik başarıların gölgesinde unutmaya çalıştılar...  Daha fazla kazanmak için, kendilerini başarıya kilitlediler...

Şöhret-servet peşinde bireysel başarılar inşa ettiler.

Kimileri bu anlamda çok meşhur, çok başarılı, çok zengin oldu: Ne var ki hâlâ mutlu değillerdi. Sanki bir şeyler eksikti hep. Hayatı anlamlandıran bir şeylerin yokluğu vardı...

Bilim, teknoloji, hatta servet, şöhret ve başarı hayata anlam katamıyordu. Toplumun anonim ruhunda kara bir boşluk büyüdükçe büyüyor, uyuşturucu, depresyon, terör, intihar ve boşanma olayları arttıkça artıyordu.

Hayat anlamsız gelmeye başladı. Hayata anlam katacak bir şeyler lâzımdı. Bu aşamada dini yeniden keşfetti Batı, dedi ki: “Mutlu ve huzurlu olmak için Allah'a iman şart...”(!)

Şimdinin Batı dünyası, terör, savaş, mafya, kumar, içki, fuhuş, uyuşturucu, intihar, adaletsiz gelir dağılımı ve yoğun boşanma gibi olumsuzlukların ortasında oturmuş, başını ellerinin arasına almış düşünüyor: “Tıp teknolojisine şükran borçluyuz, ama ona tapamayız, çünkü bu konuda çok yetersiz kalır.” (Martin Marty-ABD). (!)  Şimdi vakit yeni çözümler üretme vakti...

“Yeni bir mutluluk reçetesi” arayan Batı, bulduklarını dünya ile paylaşmaya başladı.

Şimdilik ortaya “Dokuz Altın Kural” çıktı: “Mutlu Hayatın Dokuz Altın Kuralı”.

1. Allah'a iman...

2. Fiziksel (güzellik-çirkinlik-sakatlık gibi) ve ekonomik durumla barışık yaşayıp şükretmek...

3. Paraya ve dünyevi imkânlara gereğinden fazla değer vermemek...

4. Ulaşılabilir hedefler koymak (her varış bir mutluluktur).

5. Aile hayatı içinde yaşamak (İllionis Üniversitesi Psikoloji profesörü Ed Diener'in 15 yıl boyunca 30 bin Alman üzerine yaptığı deneyin sonucu).

6. İmkânları ve fırsatları başkalarıyla paylaşmak, yardımlaşmak (Vanderbilt Üniversitesi araştırması).

7. Yaşlılığı aile ortamında yaşamak (Stanford Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmayla, yaşlıların zor durumlarda daha iyi savaşabildiklerini ve belki bu sayede daha kolay mutlu olduklarını açıklıyor).

8. Zekâyı yapıcı şekilde kullanmak (cinlik-hinlik düşünmemek).

9. Başarının biraz da genlerle ilgili olduğunu bilmek ve kendini fazla zorlamamak...

Batı dünyası hayatı yeniden keşfetmeye çalışırken, biz maalesef eski Batı'nın batık metotlarıyla hayata yaklaşıp, ıskalıyoruz. Kendimizi “başarı + para = güç” tutkusunda tüketiyoruz! “ (Yavuz Bahadıroğlu. Yeni Akit  Gazetesi. 18 Mart 2016  Cuma)

Buraya kadar okuduğunuz yazı, bilge insan, sevgili yazarımız Yavuz Bahadıroğlu'na aittir. Bahadıroğlu'nu keşfetmemiş ve onun yazdıklarını da okuyan biri değilseniz, kendinize “yazık” etmişsiniz dememe müsaade etmenizi diliyorum. Görmeden, düşünmeden, konuşmadan, dinlemeden, okumadan yazı yazılamaz; konuşma da yapılamaz. Etkili olmaz, içten olmaz, insan sıcaklığı olmaz; tat vermez! Kendimi de yazan biri değil de, okuyan biri olarak ifade ederim! Okumak; illa ki okumak, okumadan olmuyor!.. Yavuz Bey, ne güzel özetlemiş: “Mutlu Hayatı” dokuz maddede özetleyerek sunmuş bizlere!

Bugünkü (20.03.2016)Sabah Gazetesi'nde ise okuyanı sarsan bir yazıyı; “Şınav sırası size de gelecek” başlığı ile Sevgili yazarımız Şeref Oğuz kaleme almış. Köşe yazısı olmasına rağmen, iki de fotoğrafa yer vermiş. Yazarlar arada bir, yazılarına böyle fotoğraflar da ekleyerek, yazılarını,  daha sarsıcı hale getiriyorlar. Gerçekler acıdır, sarsıcıdır zaten! Andığım yazıdan kısa notlar: (Yazının tamamı okunmalı ve hatta kayıt edilmeli. Katlanılması zor acılar yaşadığımız bugünlerde,  böyle yazılara muhtacız.)

“Tarih fakirleri oynatarak, işkence ederek hatta öldürerek eğlenenleri yazar. Bu resim, tarihin aynen tekerrür ettiğini gösterdi bize. Belli ki ders alınmamış. Dünyada açlar ile toklar arasında ilan edilmemiş savaşlar giderek yaygınlaşıyor. İhtişam ve sefaletin bir kıvılcım mesafesinde birbirine yaklaştığı dünyada her geçen gün bir insanlık dramı yaşanır oldu. Bir bakıma gezegen sadece küresel ısınma tehdidiyle değil, büyük savaş riskiyle de karşı karşıya... UEFA Şampiyonlar Ligi'ndeki Atletico Madrid-PSV maçı öncesi yaşanan insanlık dışı olay, bütün dünyayı adeta şoke etti. PSV'liler, İstanbul'dan göçen dilenci kadınlara para atıp yerlerde süründürdü, şınav çektirip eğlendi. Yüzlerindeki ifade, "zengin beyaz" mağrurluğuyla yüzyıllar öncesinden gelen "kazan-kaybet" geleneğini resmediyordu. Hollanda'nın kazanması için Romenler'in kaybetmesi şart olagelmişti onlara göre. Fakat bu durumun sürdürülebilir olmadığına dair işaretler artmaya başladı.  (!) Önceki gün Focus eğitim Kurumları Genel Müdürü Begüm Özdoğularlı aradı. Sahibi olduğu anaokullarında her hafta bir ülkenin mutfağını tanıtan bir program yürüttüklerini, sıranın bu hafta Afrika'da olduğunu söyledi. İstediği, geçen hafta Cumhurbaşkanı ile katıldığım Fildişi, Gana, Nijerya ve Gine gezilerinde gördüklerimden yola çıkarak, "dünya insanı olmalarını amaçladığı" öğrencileri için bir Afrika mönüsü önermem idi. Ben de; "Afrika'nın mönüsü yoktur, yarım tabakları, çeyrek bardak suları vardır" dedim ve ekledim; "Bu coğrafyadaki çocukların yüzde 80'i her gece yatağa aç giriyor." Begüm Hanım; bundan yola çıkarak öğrencilerine biraz bulgur, yarım dilim ekmek ve çeyrek bardak sudan oluşan öğle yemeği vermiş. Mönüsü açlık olan Afrika'da yaşananları çocuklara anlatabilmek için, bence dâhiyane bir yöntem. Çocukların tepkisi ise "Asıl yemekler ne zaman gelecek?" olmuş. "Tüm yemek bundan ibaret" açıklamasıyla yüzler dökülmüş, tebessümler uçmuş gitmiş. Begüm Hanım'ı tebrik ediyorum. Yaşıtlarının her gün yaşadığı; Afrika'da çocuk olma gerçeği ancak bu kadar net anlatılabilirdi.”

Selam, sevgi ve hürmetlerimle efendim!