Kabul ve itiraf edelim ki toplumuzda bir büyük hastalık hüküm sürmekte. Virüs hastalığından bahsetmiyorum ben.  O konuda maşallah herkes sanki “virüs ihtisası” yapmışçasına ahkâm kesiyor ve her konuda olduğu gibi kendisini otorite kabul ediyor. Benim bahsettiğim illet, çok daha tehlikeli ve derinlerde seyrediyor.

Bizler son birkaç aydır zorlama ile takmaya çalıştığımız maskelerin şahını, aslında yıllardır takıyoruz. Hem de o maske fiziki bir özelliği olmayan görünmez bir maske... Herkes anlayışına uygun bir maske takıp dolaşıyor meydanlarda.

Ne demiş eskiler? “Bu vatanı en çok seven vazifesini en iyi yapandır.” Biz ne yapıyoruz? Hamaset cümlelerinden en süslüsünü kim kuruyorsa, kimin ağzı daha çok laf yapıyorsa, gerçekleri kim daha çok çarpıtıp tersinden cümlelerle yanlışı doğru gibi anlatıyorsa, “onun daha çok vatansever olduğunu” zannediyoruz.

İnsanların ağızlarından çıkanların doğruluğunu yanlışlığını araştırmadan, incelemeden, akıl süzgecimizden geçirmeden doğru kabul edip aklımızı söyleyenin emrine veriveriyoruz. Sanki kendimize, yeryüzünde yeni kurtarıcılar yeni ilahlar yeni tapınaklar arıyoruz. Onlara öyle sıkı sıkıya sarılıyoruz ki, çıkıp ilahlıklarını ilan etseler de peşlerini bırakmıyoruz. Zira aradığımız şeyi bulduğumuzu sanıyoruz.

Bizim gibi düşünmeyen kim varsa onları acımasızca suçluyor kendimize ve kendimizin doğru sandıklarına ise asla bir laf etmiyoruz, ettirmiyoruz. Onları sıfır hatalı, asla yanılmayan ilahlar gibi el üstünde gezdiriyoruz. Kendimizi zaten bulutların üzerinden hiç indirtmiyoruz. Melekler gibiyiz.

Şöyle bir düşünsek hâlbuki onların kapasiteleri bizimkilerden çok daha yükseklerde değil.  Kendimizden çok daha akıllı olmayanları nasıl bir kabullenişle kendi seviyemizin üzerine çıkarıp koltuklarını kabartıyoruz, egolarını tavan yaptırıyor ve kendilerini “bulunmaz Hint Kumaşı” rollerine soyunduruyoruz anlaşılır gibi değil. Bizim bu tutumumuzdan dolayı, onların kendilerini “Allah’ın ayrıcalıklı kulları” sanmakta çok da haksız değiller hani. Yanlarına yaklaşabilene aşk olsun. Ama biz yine de “var ol, nur ol!” diyerek ellerimiz patlarcasına onları alkışlamaya devam ediyoruz. Biraz ağır olalım bence, biraz oturaklı olalım... Bence onlar bizi el üstünde gezdirmeliler. Zira devletin bütün imkânlarını kullanan onlar, sefilleri oynayan bizleriz. Herkes vazifesini yapsa yeterli oysa...  İlave bir şey yapmamıza, yapmalarına gerek yok ki...

Dürüstlükle çalışan, doğruya “doğru”, eğriye “eğri” diyebilen siyasetçilere selam olsun. Ancak bu siyasal sistemde liderlere rağmen gerçekleri haykırabilmemin, doğru bildiğini söyleyebilmenin ve yapabilmenin imkânı da yok, ihtimali de... Zira gelecek seçimlerde liste dışı kalma gibi bir gerçeklilik var.

İnsanlığı, ahlakı, güzel duyguları, feraseti, vicdanı merhameti bir yana bırakıp, sadece parti kavgası yapanların, durumlarını bir kez daha gözden geçirmeleri gerekiyor.

"Biz neyin ve kimin peşindeyiz? Dünyaya geliş sebebimiz, birilerinin altına koltuk temin etme, makamlarını sağlamlaştırma görevi midir? Onları seçmiş olmamız onlara bizi aşağılama yetkisi mi veriyor?" sorusunu kendimize mutlaka sormamız lazım. Seçilinceye kadarki size karşı olan yüz ifadeleri ve tavırları ile seçildikten sonraki yüz ifadeleri ve tavırları arasında fark görüyorsanız tabi...

Zira düşünce yapısı ne olur ise olsun, "parti" ismi geçmeden yapılan sohbetlerin tadına doyum olmazken, cümlenin bir yerinde geçen bir parti ya da lider ismiyle ortamın bir anda bozulduğuna, insanların şah damarlarının şiştiğine hepimiz şahitlik etmişizdir. Bunun asıl nedeni de liderlerin birbirlerine karşı kullandıkları üsluptur. Sevdiklerimize laf eden bir lideri düşman belliyoruz. Ondan sonra ne söylerse söylesin o düşmanımızdır artık...

Hiç bir kutsal kitabın "bizlerin kurtarıcılarının partiler ya da onların liderleri olduğu" gibi bir konudan bahsetmediği halde, adeta kutsallaştırdığımız partiler ve liderlerin sıfır hata ile devlet yönetmeleri asla mümkün değildir. Ne senin peşinden sürüklendiğin ne de senin gibi düşünmeyenlerin taparcasına savunduğu liderler, sorunlarımıza kısa dönemde de uzun dönemde de asla yüzde yüz oranında neşter vuramazlar.

Sıfır hata ile bir yönetim beklentisi boş bir beklentidir. Ben doğduktan sonra kırk dört hükumet kurulmuş ve yıkılmış. Altı kez darbe ve darbe girişimi olmuş, onlar da ellerinde silah olduğu halde sorunlara çare getiremedikleri gibi sorunları iyice karıştırarak bırakıp gitmişlerdir.

Altmış senedir benim gördüğüm şey; yaşamımın hiç bir döneminde yüzde yüz rahat ve huzura kavuşamadım, bundan sonra da her şeyin güllük gülistanlık olacağına inanmıyorum.

Zira vatan topraklarımızın bulunduğu coğrafyada hiç bir zaman rahat ve huzur içinde bırakmayacaklar bizi. Çok zor bir coğrafyadayız çünkü.

Her seçim döneminde bizim fikirlerimize yakın olan birisine oyumuzu vermemiz onun dışında bütün dönemlerde birlik ve beraberlik içinde, ortak değerlerimiz etrafında kenetlenmemiz dışında başka bir seçeneğimiz yoktur.

Herkese, sevgi, saygı ve selamlarımla huzurlu bir hayat diliyorum.