Atalarımız birçok konuda çok güzel sözler söylemişler.

Mesela; “emeklemeden yürünmez” demişler.

“Sabırla; koruk helva olur, dut yaprağı atlas...” demişler.

“Acele işe şeytan karışır” demişler.

“Sabır, boyun eğmek değil, mücadele etmektir” demişler.

İnsanoğlu, kısa yoldan zengin olma, makam ve mevki sahibi olma arzularını frenleyemez, bu uğurda “her yolun mubah olduğu” gibi bir yola girerse eğer başına gelmedik felaket kalmadığı gibi, kendisi dışında kalan birçok insanın da huzuruna, mutluluğuna ve sağlığına kast eder. Kendi hataları sebebiyle toplum içinde bir ayrık otu misali bütün hücreleri hastalandırır ve zamanla ölümlerine sebep olur.

İnsanoğlunun yeryüzündeki başarısı ya da başarısızlıkları aslında tek başına kendilerinin yaptığı bir iş de değildir. Toplum içinde aklını kullanma melekesini kaybetmiş, başkalarının emri altında yaşamaya meyilli, sorgulamayan, karşı çıkmayan, eleştirmeyen, korkak, tembel, menfaatine düşkün birçok insanın bu başarıda ve başarısızlıklarda önemli rolleri vardır.

Yine atalarımız derler ki; “iyi olur kendisinden, kötü olur senden bilir” derler. Kişi zenginliğe kavuşursa eğer bunu sadece kendi yeteneklerinden kaynaklı bir kazanım olarak düşünür ve etrafındaki bütün insanları parasıyla, zenginliğiyle satın alabileceğini sanır. Onlara hep tepeden bakar ve hayatındaki mevzuların temel konusu hep para ve mülk ile ilgilidir. Edindiği malı ve mülkü sürekli olarak ön plana çıkarıp karşısındakini bu yolla sindirmeye, zayıf düşürmeye çalışır.

Bir gün elindekileri kaybeder ve düşkün bir duruma düşerse de tahakküm altına almaya çalıştıklarını suçlar ve onların kıt kanaat geçinmeye çalıştıkları mallarında olur gözü.

Devamında da kendi hatalarını başkalarının üzerine boca etmeye ve toplumu huzursuz kılmaya gayret eder.

“Doğrusu insanın çalıştığından başkası kendinin değildir.” Ayet-i kerimesi her şeyi anlatmıştır aslında.

Hemen herkesin bildiği bir hikâye ile bitirelim yazımızı.

“Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş.

Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:

-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?

-On yılda, demiş kavak.

-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!

-Doğru, demiş kavak.

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış.

Sormuş endişeyle kavağa:

-Neler oluyor bana ağaç?

-Ölüyorsun, demiş kavak.

-Niçin?

-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.”