Enflasyon, hepimizin az çok bildiği üzere, fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak artışı demektir. Bu fiyat artışları makul seviyeleri aştığı zaman sorunlar yaşanmaya başlamaktadır. Gelir dağılımı düzensizleşmekte, borç alan ve veren kesim için dengesizlikler zuhur etmekte, sabit ve değişken gelire sahip kişiler üzerinde farklılığa neden olabilmektedir. Bu sorunların sayısını artırmak da mümkündür. 

Benim bugün sizlerle tartışacağım konu, enflasyonun nominal para artışı yoluyla artan vergi oranlarına sahip bir ülkede kamunun harcamalarının artış eğilimine girmesi ve farklı gelir seviyelerine ulaşmış bireyler üzerindeki enflasyonun etkisinin yönü ile işsizlik sorununa bu yaklaşım tarzının tepkisi arasındaki ilişki olacaktır. Konunun bugün için önemi bağlamında ise bir sonuca ulaşmaya çalışacağım. Bu arada, konuyu daha iyi detaylandırmak için bu tür bir politika aracının gelişmiş ülkelerdeki ve gelişmekte olan ülkelerdeki boyutları ile kısa dönem ve uzun dönemli analizleri yaparak politika geçerliliğine ilişkin bir sonuca ulaşmak enflasyonun bu yönüyle ele alınarak ne tür bir olguyu temsil ettiğini anlamamıza yardım edebilecektir.

Enflasyon, kamu nezdinde bir sorun olarak görülmesine karşın, işsizlik daha büyük boyutlu bir sorun olarak görülür. Ancak bu anlayış kamu harcamaları söz konusu olduğunda enflasyonun olumsuzluğu yaklaşımına farklı bir açıdan bakmayı gerektirebilir. Bu anlayış göz önüne alındığında enflasyon artan oranlı gelir vergisi ile kamuya gelir aktarmakta bu da kamu harcamalarının artışına neden olmaktadır. Meselenin ileri boyutu ise popülist politikalara kadar götürülebilir. 

Enflasyonun, çıkış kaynağı ve türü hesaba katılmadığında, söz konusu bakış açısı acaba gelişmiş ülkeler için mi yoksa gelişmekte olan ülkeler için mi geçerlidir? Bu sorunun cevabı artan oranlı gelir vergisinin oluşması ve toplanması ile ilgili bir konudur. Gelişmiş ülkeler için dolaysız vergilerin tüm vergiler içinde daha yüksek bir paya sahip olması yaklaşımından hareketle, gelişmiş ülkeler için daha makul karşılanması beklenebilir. Diğer taraftan gelişmekte olan ülkeler için artan oranlı gelir vergisi düşünüldüğünde vergilerin daha çok dolaylı vergiler olması gerçeğinden hareketle, gelişmekte olan ülkeler için öngörülemeyeceği sonucuna ulaşılabilir. 

Meselenin diğer bir boyutunu da izlenecek politikanın kısa veya uzun dönemli olması belirlemektedir. İster gelişmiş ülkeler isterse gelişmekte olan ülkeler olsun günümüzde Merkez Bankalarının sözüm ona bağımsızlığı ile politikanın kısa veya uzun dönemli koşulları birlikte yorumlandığında, enflasyon beklentilerinin tesisi için açıklanan kısa, orta ve uzun ön görülerin, dönemler itibariyle belirlenmesine karşın artan oranlı vergilerin deviniminde yaşanan uzun dönemli bakış açısı beraber düşünüldüğünde enflasyon oranlarının düşüklüğü önemsenmeksizin kamu harcamalarına bir dayanak oluşturması beklenebilir. 

Akılda tutulması gerekli bir diğer durumda gelir seviyesine bakılmaksızın nominal hareket eden kişilerin artan oranlı gelir vergisi hesaba katıldığında gelir kaybına uğrayabileceği gerçeğidir. 

Ülkemizin durumu yukarıdaki mesele ışığında, asgari ücret dahilgelir vergisi açısından (ülkemizdeki dolaysız vergilerin oranının düşüklüğü unutulmadan) ele alındığında gelir dağılımının düzeltilmesi anlamında enflasyon oranlarının daha da aşağıya çekilmesi, para aldanımı akılda tutularak değerlendirilmesi olumlu sonuçlar doğurabilecektir. Bu anlamda, dolaylı vergilerin de enflasyon oranı için değerlendirilmesi bir başka yazı için düşünülebilir. Tabi ki kamu harcamalarının tamamen olumsuz bir durum olarak değerlendirilmesi de mümkün değildir. Özellikle istihdam alanlarının genişletilmesi anlamında kamu harcamalarının önemi büyüktür. Bu durum aynı zamanda ekonominin yerindelik ve tutarlılığı ile de bire bir iniltidir. 

Politika yapıcılar ekonomik kararlarda hareket serbestisine bakılmaksızın salyangoz izleri bırakabilir. Bu izlerin nereye ulaştığı önemlidir. 

 

 

Y. Doç. Dr. Bülent Darıcı

[email protected]