Devletolarak, millet olarak zor günler geçiriyoruz...

Ramazan Bayramı'nın hemen arkasından fitne ateşi dalga dalga yayılmaya başladı. Birilerinin bizimle ilgili planları var. Bu planları uygulamak için var güçleriyle çalışıyorlar.

Devlet içinde devlet kurmaya çalışan paralel yapı da, devleti içeriden parçalamaya çalışan malum yapı da, halkın canına ve malına kast eden terörist yapı da aynı amaca hizmet ediyor.

Olayın en üzücü tarafı ise hizmetçilerin içimizdeki insanlar, bizden birileri olması...

Devlet, devlet olmanın verdiği gücü belki de ilk defa bu kadar etkin bir şekilde kullandı. Bir irade koydu ortaya ve çapulculara 'ben devletim, haddinizi bilin' diyebilme iradesini gösterdi.

Devlet niye vardı ki zaten?

Milletin birliği ve bütünlüğü için... Can ve mal güvenliğini sağlamak ve korumak için. İçeriden ve dışarıdan gelebilecek her türlü tehdit ve tehlikelere karşı güvenliği sağlamak için. Vatandaşının huzurlu bir şekilde yaşayabileceği bir ortamı oluşturmak için. Adına vatan denilen toprak parçasını ve üzerinde yaşayanları ilelebet müdafaa etmek için.

Peki devleti oluşturan güç nedir?

Millettir...

Millet niye var?

Devletin ebet müddet var olması için. Devleti oluşturan da millet değil midir? Millet olma bilinci taşıyan insanlar devlete zarar gelsin ister mi? İstemez ki devletin her daim arkasındadır. Çünkü bilir ki, devlet kendisidir. Devlete gelecek olan en küçük bir zeval, kendisine gelecektir. Atılan her taş önce cana, sonra canana dokunacaktır.

'Ya devlet başa, ya kuzgun leşe'demişler...

Devlet başta olduğu sürece, kuzgun leş sürüleri istedikleri kadar ağızları ayırsın, bir taraflarını yırtsın, Allah'ın izni ile bir şey olmayacaktır.

Ama devlet başta olduğu sürece...

Son dönemde yaşanan terör olaylarının ardından düğmeye basıldı. Bu, uzun zamandır beklenen bir şeydi. Halk aslında istiyordu müdahaleyi. Yılanın başı küçükken ezilmeliydi. Yılanın başı, ejderha başına dönüştü artık. 3 bin yıllık devlet geleneği ile bugünlere ulaşmış olan millet bunu istemekte haklıydı.

Aşahsı veya B şahsı değil, x partisi veya y partisi değil, devletin vermiş olduğu bir karar var ortada. Millet adına ve millet için verilen bu karar doğrultusunda geç de olsa yapılması gereken müdahale yapıldı.

Şimdiye kadarki süreçte hep iyi niyetle yaklaşıldı. Kan akmasın denildi. Gelin derdiniz neyse anlatın, bir çözüm yolu buluruz denildi. Ama devletin iyi niyeti maraz doğurdu. Çözüm yolu ararken, bir anda adına çözüm süreci denilen ancak taviz üstüne taviz doğuran bir sistemin orta yerinde buluverdik kendimizi.

Bilinçli olarak ötekileştirildik. Şucu olduk, bucu olduk, ocu olduk, birbirimize öcü gibi bakar olduk. Önceden kurgulanmış bir senaryo nasıl da tıkır tıkır işliyordu.

Ta ki, devletin millet adına ve millet için, milletin beklediği hareketi yapmasına kadar. Ülkeyi kötü günlerin beklediği konuşuluyor. Ben öyle düşünmüyorum. Ülke kötü günleri yaşadı. Şimdi sonuna gelindi. Bir rahmetin gelmesi yakınsa bunalımlı dönemler en üst seviyeye çıkar. Yağmur bile bulutlar güneşi kapatmadan, aydınlığı loş bir hale getirmeden yağmaz.

İşte bugün de yağmur öncesi bulutlu süreci yaşıyoruz. Bugüne kadar gelin aklıselim insanlar gibi oturup konuşalım orta yolu bulalım denildi.

Ama dedik ya devlet diye... Devlet de milleti için gerekeni yapmakla mükellef. Kimse kusura bakmasın, IŞİD'miş, PKK'ymış şu veya buymuş... Hiçbirinin bir ehemmiyeti yok. Bu millete zarar veren, bu devleti yıpratmaya çalışan önce şunun bilincinde olmalı, karşılarına aldıkları kendileri gibi bir yapılanma değil. Devlet içinde devlet değil.

Devletin ta kendisi. Hem de yukarıda bahsettiğim gibi 3 bin yıllık bir devletçilik geleneği olan devlet.

Devletin, millet adına ve millet için atması gerektiği somut adımları geç de olsa atmış olmasının mutluluğunu yaşıyorum.

Mesnevi'den:

“Ayın geceye sabretmesi, onu apaydın bir hale kor. Gülün dikene sabrı, onu güzel kokulu bir hale getirir.”