Siyasetten, politikadan hiç anlamam. Her vatandaş gibi seçimden seçime, sandık başına gider, tercih ettiğim siyasî partiye ve onun göstermiş olduğu adaylara oyumu kullanırım.

Oy verdiğim siyasî parti adayları kazanmışsa sevinir, ulaşabildiklerim olursa tebrik eder, kutlarım.

Ne TBMM'ne gider, ne de bir Başkan'ın makam odasına gidip, ziyaret etmem. Ne çaylarını içerim, ne de çorbalarını! Hiç birine işim düşmez. Hoş, işim düşse de yapılmaz.

 Her dönem okuldan, şuradan buradan bir iki arkadaşımız Milletvekili seçilir, Belediye Başkanı seçilir. Sevinirim. Ama bir anda seçilenlerle aramızda gizli duvarlar oluşur. Her birinin yüzünü gören Cennetlik olur.

Ne hikmetse, o makama seçilenler bir anda değişir. Seni tanımaz olurlar. Kırk yıllık arkadaşlarını görünce “amca, dayı, hacı abi” demeye başlarlar. Kimi de “Kamil kardeşim” yerine “Kamil Bey” demez mi? Aradaki samimiyeti, resmiyete döken “Bey” kelimesine hakarete uğramış gibi bozulurum.

Yani sizin anlayacağınız, oy verdiğim partinin, hadi ismini açıklayayım, Ak Parti'nin ne içine, ne de dışına karışırım. Ona karşı yapılan eleştirilere karşı, Recep Tayyip Erdoğan'ın hatırına, Ahmet Davutoğlu'nun hatırına savunmaya çalışırım.

Hatta bu yüzden ne demekse bana, Ak-Troll diye saldırı cümleleri bile yazanlar olmuştur. Onlara karşı “Cahile verilecek en güzel cevap susmaktır” der ve sessizliğimi bozmamaya gayret ederim.

***

Ak Parti'deki son gelişmelerden, ne olduğu belli olmayan Pelikan Dosyasından, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la görüştükten sonra Partiyi Olağanüstü Kongre'ye götürme kararı verip, Başbakanlık görevini bırakma kararından sonra, doğrusunu söylemek gerekirse kafam iyice karıştı. 

Durup dururken moralim bozuldu, canım sıkıldı.

Aklıma gelen sorulara, dost meclislerinde ortaya atılan sorulara bir türlü sağlıklı cevaplar veremedim. Cevap vermek istedim, cevap bulamadım.

Sahi, Ahmet Davutoğlu'nun suçu ne? Yirmi ayı aşkın Başbakanlık yapan, son seçimlerde yüzde kırk dokuzu yakalayan, halkın sevgi ve sempatisini kazanan, kendini ispatlayan, Taşkent'ten çıkıp Başkent'e yürüyen, yerli ve millî olan, üstlendiği görevin hakkını vermek için gece gündüz demeden çalışan Davutoğlu'nun günahı neydi?

Görevini kötüye mi kullanmıştı? Yakınlarını ve yandaşlarını mı kayırmıştı? Pastanın çoğunu kendine mi ayırmıştı?

Anayasa çalışmalarına, Başkanlık sistemine, Dokunulmazlıkların kaldırılmasına, Terörle mücadeleye karşı mı çıkmıştı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hedefi ve amacı neydi?

Cumhurbaşkanı neyi yapmak istiyordu da yapamıyor, “Başkanlık, Başkanlık” deyip duruyordu?

Muhalif Partiler, kendi iç sorunlarıyla boğuşurken, terör ve ekonomik sıkıntılar artarak devam ederken, pahalılık almış başını giderken, durup dururken, dereyi geçerken at ve süvari değiştirmenin mantığı ne olabilirdi?

Daha yeni seçimden çıkmışken, yeni seçim haberleri duymanın anlamı var mıydı? Ülkemiz bu kadar engin miydi?

Sahi ne vardı? Rahat mı batmıştı?

Ak Parti tabanında homurtular mı yükselmişti, Davutoğlu Ahmet Hoca, Erdoğan'a bayrak mı açmıştı, partiyle Başbakan arasında kan uyuşmazlığı, doku uyuşmazlığı mı vardı?

Davutoğlu Ahmet Hoca, beceriksiz miydi, başarısız mıydı, sevimsiz miydi, liyakatsiz miydi?

Bu sorulara birileri acilen cevap vermelidir. Özellikle, Ahmet Davutoğlu'nun TBMM'ne taşıyıp götürdüğü Konya Milletvekilleri bildiklerini, duyduklarını ve gördüklerini halkın arasına girip açıklamalıdır.

Evet, her biri düşük profilli olmadıklarını, milletin vekili olduklarını gösterip konuşmalıdırlar. 

Unutmayınız ki haksızlık karşısında susmak altın değil, tenekedir.

Unutmayınız ki, siz konuşmazsanız başkaları konuşacaktır.

Hayırlı ve bereketli cumalar. Selam ve dua ile.

 

                                                GÜNÜN SÖZÜ

AKLIN GÜZELLİĞİ DİL İLE, KİŞİNİN GÜZELLİĞİ YÜZ İLE, YÜZÜN GÜZELLİĞİ GÖZ İLE BELLİ OLUR.

                                                                                                   Yusuf Has Hacip

KAMİL BİRCAN      13.05.2016