“Cumartesi İmamları” başlıklı ilk yazımızda, cami, cemaat ve din görevlileri arasında yaşanan önemli bir konuya, önemli bir soruna değinmiştik. Çok olumlu ve birkaç da olumsuz tepkilerle karşılaştım. Bazı imam hatip, hoca kardeşlerimiz “iyi ama biz de insanız, bizim de yapacak işlerimiz var, bizim de çocuklarımız var, bizim de takip etmemiz gereken özel işlerimiz var” gibi serzenişte bulundular.

Haklıydılar belki, sorumluluğu zor bir görev yapıyorlardı. Yirmi dört saat camiyi beklemek, camiden fazla uzaklara gidememek, namaz vakitleri arasındaki süre içinde işlerini bitirememek onlara zor geliyordu ama sonuçta onların görevi buydu.

Hem biz bu kardeşlerimizin izin kullanmalarına asla karşı çıkmadık. Yasal haklarını rahatlıkla kullanabilirler. Kullanıyorlar da.

Bizim sözümüz görevini bilerek aksatanlara. Bizim sözümüz caminin altında, yanı başında ikamet edip de “izinliyim” deyip camiye gitmeyenlere, camiyi açmayanlara. Yüzde yüz evde olduğu bilindiği halde cemaati özellikle sabah ve yatsı namazı vakitlerinde mağdur edenlere.

Bizim sözümüz, ne kendini ne de cemaatini yetiştirmek için çaba ve gayret göstermeyenlere. Bizim sözümüz, pazarda yumurta satacağım diye, tabelacılık yapacağım diye, ticaret yapacağım, para kazanacağım diye görevini yaşlı ve çocuklara, ehil olmayanlara bırakanlara, cami kapılarında cemaatini saatlerce bekletenlere.

Bizim sözümüz, kürsülerde Peygamberimizin (sav) “Canımı gücüyle elinde tutan Allah'a yemin ederim ki bu cemaatten geri kalanların, her hangi biri burada semiz etli bir kemik parçası veya iki tane güzel paça bulacağını aklı kesse, hemen sabah ya da yatsıya gelirlerdi” sözünü anlatıp da özürsüz olarak, bile bile camiye ve görevine gelmeyenlere.

Bu camiler, bu mescidler niçin yapıldı? Peygamberimizden bu yana bu ibadethaneler, Kabe'nin şubesi bu ma'betler, bir tapu senedi gibi İslâm coğrafyasının her bir köşesine niçin inşâ edildi?

Camiler bir ibadet, bir eğitim, bir sevgi, bir kardeşlik mekânı değil midir? Camilerde olması gereken bu fonksiyonları nasıl yeniden oluşturacağız?

Bu gün camilerimizde aşk yok, muhabbet yok. Aynı safta namaz kılanlar birbirini tanımıyor. İmam cemaatini, cemaat arkasında namaz kıldığı imamın kim olduğunu bilmiyor. Dedikodu var, sevgi yok. Kur'an okunuyor. Ne okuyan ne de dinleyen, okunan Kur'an'ı anlamıyor, anlatamıyor. Çünkü istek yok, talep eden yok. Sohbet yok. Kur'an, gündemimizde yok. Cemaatin sayısını artırma gibi bir endişe yok.

Camiler, sanki yaşlılar yurdu gibi üç beş yaşlıya terk edilmiş. Çocuklar yok, gençler yok, gelseler de camiden soğutuluyor, kadınların zaten adı yok.

Camilerde ya halılardan ya doğalgazdan ya elektrikten ya da sudan başka konu yok. Camiler devasa, kırmızı yeşil halılar, çini kaplama tezyinat ve süslemeler, hüsn-ü hat yazılar her şey çok güzel ama! Caminin asıl süsü olacak olan cemaat yok. Cemaat olma, cemaat bulma şuuru yok.

Bu sorunları dert edinen müftülerimiz yok. Kontrol eden murakıplarımız yok. Murakıpları da müftüleri de kontrol edecek, murakıplar yok. Onlar sadece koltuklarında oturuyorlar. Siz hiç sabah namazına gelen bir müftü gördünüz mü? Camileri gezip camii cemaatiyle tanışan ve dertleşen bir müftü tanır mısınız? Sahi bizim müftülerin adı ne?

Diyanet'in altın çağını yaşadığı bir dönemde, Prof. Dr. Mehmet Görmez gibi çalışkan, fedakâr ve ihlâsla çalışan bir başkanın bulunduğu bir dönemde bütün bu yokları vara çevirecek DİN GÖNÜLLÜLERİ nerede? Kendini camisine, camii hizmetine, Kur'an hizmetine adayan hasbî erler, adanmış ruhlar nerede?

Tekrar söylüyorum, bu işin sevdalısı olan aşkla, şevkle çalışan istisna sayılabilecek müstesna hocalarımız da var. Onlar başımızın tâcı, onlar manevi hastalıklarımızın ilacı. Ama sayıları çok az. Rabbim onların ömrünü bereketlendirsin. Bizim sözümüz, Cumartesi imamlarına, pazar imamlarına.

Acaba başkanımız Mehmet Görmez, bizi görmez diye mi düşünüyorlar? Acaba Mehmet Görmez,  görmez de Allah da mı görmez? Selâm ve dua.

                                            

                                           HEM NALINA HEM MIHINA

AL PARTİ

AKP'nin oylarını alabilmek, oy oranını düşürmek için AL PARTİ kurulmuş. Amblemi burma bilezik ve güneş olan bu çakma parti, pardon çalma parti, 2113'de iktidara gelmeyi hedefine koymuş.

Belediye Başkanı olacak adaylarda ilkokul mezunu olmak, en az bir dil bilmek, en az 35 çocuk sahibi olmak şartları varmış. Ayrıca sağcı, solcu, futbolcu olması fark etmiyor, nefes alıp vermesi yetiyormuş.

-Sanırım seçimlerden sonra adını NAL PARTİ, amblemini de NAL olarak değiştirir.

TUZLUK

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, partisinden istifa eden milletvekilleri için “içimize TUZLUK'lar sızmış” demesi hem Kemal Kılıçdaroğlu'nu hem de İdris Bal'ı kızdırmış.

Siyasetin tadının tuzunun kalmadığı bu dönemde, bence kızmasınlar. BUZLUK,  KIZLIK, TOZLUK gibi laflar etseydi ne yapacaktınız?

FATMA TORU'YA OY VERMEK

Konya Meram Belediye Başkanlığı için Fatma Toru'nun aday gösterilmesi üzerine Konyalı kardeşlerimizi bir merak sarmış:

“Fatma Toru, bir kadın. Başımıza kadın yönetici seçmek caiz mi değil mi? “ diye. Hatta çoğu NEÜ İlahiyat Fakültesi, İslam Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker'e bu soruyu sormuşlar. Hocamız da:

“Ehil ise verilir” diye fetvayı vermiş.

                                                              GÜNÜN SÖZÜ

DEFTER YAZARSAN YARISI, YAZMAZSAN HEPSİ GİDER.   (Esnaf Atasözü)