Geçen haftaki “Cennetmekân Sultan II. Abdülhamid’in Torunu Rani Bey (1)” başlıklı yazımızda Osmanlı hanedanının sürgündeki çilelerinden söz etmiştik.

Bu yazımızda bizim de Lübnan’da tanıştığımız II. Abdülhamid’in torunu, Rani Bey’in anneannesi Emine Nemika Sultan’ın gurbet elde neler yaşadıklarını sizinle paylaşacağız.

Önce Rani Bey ile nasıl tanıştığımızdan başlayalım. TİKA’nın Lübnan Koordinatörü Onur Bey aracı oldu ve bizim için bağlantıya geçti.  Randevuyu ayarladı. Cuma namazını Beyrut’ta Elhamra Camii’nde kılmak üzere sözleştik.

Cuma namazı çıkışında buluştuk. Osmanlı hanedanından birisini görmenin heyecanından içimiz içimize sığmıyordu. Kibar, ağırbaşlı, orta boylu, elli yaşlarında bir beyefendi ile karşılaştık. Türkçe bize “nasılsınız”? Diye sordu. Türkçe bilmediğinden Arapça sohbet etmek yolunu seçtik. Nezaket gösterip bizi yemeğe davet etti. Teşekkür ettik. Bunun üzerine nezih bir mekâna geçerek kahveler eşliğinde sohbete başladık. Bu arada Rani Bey’in bir özel şirkette müdür olduğunu ifade edelim. Aile normal olarak Trablus’ta yaşıyor.

Gelin Rani Bey’in anlattıklarına kulak verelim.

Ama önce Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin Timaş yayınlarından çıkan “Sürgündeki Hanedan” isimli kitabına bir göz atalım ve Emine Nemika Sultan’ın anlatımıyla hanedanın dramını takip edelim.

“Bir gece çamaşırlarımızı dahi alamadan bu memleketten nasıl kovulduğumuzu düşündükçe fena olurum. İnsan hizmetçisini bile kovarken eşyalarını almasına müsaade eder. 600 senelik bir ailenin bu memlekette hiç mi hakkı yoktu? Osmanlı hanedanına mensup kızlar ve kadınlar, atıldıkları Avrupa memleketlerinin kendilerine yabancı olan şehirlerinde açlıktan kıvrandılar, süründüler; fakat namuslarından asla fedakârlık etmediler.”

Paris’e giderler. Bankalarda paraları, ceplerinde nakitleri daha acısı gurbet elde hiçbir akraba ve tanıdıkları yok.

Onlar, Pir Sultan Abdal’ gibi: “Gurbet elde bir hal geldi başıma, Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.” Sözleriyle teselli buldular.

Anneanne ve ailesi o kadar maddi sıkıntı yaşıyorlar ki, ziynet eşyalarını satmak zorunda kalıyorlar. Hem maddi sıkıntı çekmeleri hem de Fransa’daki yaşam tarzının kendilerine uygun olmaması nedeniyle, bir İslam diyarına hicret ediyorlar. Lübnan’a.

Beyrut’ta hanedan üyeleri için nispeten sakin ve huzurlu bir hayat var. Halk hanedan üyelerine saygı gösteriyor. Emine Nemika Hanım’ın eşi Trablus Belediye başkanı seçilince vatan hasreti dışında pek bir dertleri kalmıyor.

Rani Bey’den anneannesi ile ilgili bir iki hatırayı da aktaralım.

Anneanne, İstanbul’a sıla-ı rahim için gider. Çocukluğunun geçtiği sarayı görmek ister. Bir tura katılır. Sarayda gezerlerken bir kapalı kapının önünde dururlar. Rehber : “Burası, padişahların özel odasıdır. Kimse giremez”. Der. Sultan, müdahale eder. Rehbere : “Evladım! Burası özel bir oda filan değil. Bir hamamdır. Çünkü ben burada yaşadım. Burayı da biliyorum.” Şeklinde cevap verince rehber başlangıçta bozulur. Konuyu araştırır ve oranın hamam olduğunu öğrenince sultan hanıma teşekkür eder.

Yine İstanbul’dayız. Saraydayız. Geniş bir avlu ortada fıskiyeli bir havuz var. Anneanne hüzünlendi. Gözlerinden yaşlar dökülüyor. Sordular. “Neden ağlıyorsun, bir şey mi oldu?”

Gözünden akan yaşı silerken, derin bir iç çekti ve cevap verdi. Gözleri tekrar buğulandı.

”Biz çocukken padişah efendimizin huzurunda burada oynardık. O hatırıma geldi. Kendimi tutamadım.”

Evet! Anlatılanlar bir hanedanın hicranının hikâyesiydi.

Köprünün altından çok sular akıp geçti.

Şu anda hanedan mensuplarını çok şükür devletimiz el üstünde tutuyor. Onlara vatandaşlık veriyor. En üst düzeyde ilgi gösteriyor.

Yazımıza inşaallah köklerimize sahip çıkmazsak öksüz kalacağımızı haykıran Yahya Kemal’in bir beyti ile nokta koyalım.

“Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;

Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.”

Selam ve dua ile.