Aziz milletimiz gelecekten ümitli, tüm zorluklara rağmen bir kısmı orta derecede bir rahatlığa, bir kısmı da hatırı sayılı derecede bir rahatlığa sahip. Yaşlılarımızın tamamına yakını bir devlet kurumundan veya özel firmalardan emekli... Yetişkin evlatlardan da kimileri memur, kimileri esnaf veya tüccar, yurt dışında çalışanlar da var, özel şirketlerde, bankalarda işi gücü olanlar da var. Konut yapımının artışına ekonomik kalkınma olarak destek verilmesi ve geçen yıllarda faizlerin de düşük olmasından dolayı aylık ödemelerle çoğu yurttaşımız ev sahibi oldu. Taksitli ev alıp hala da her ay bankalara ödeme yapan çok sayıda insanımız var. Ödeyemeyen de az değil, bu durumda banka konuta el koymakta, evi alan da büyük zarar ve ziyana uğramaktadır.

İyi halde olanların durumunu kısaca özetlemeye çalıştık.

Ama bizi ilgilendiren iyi halde olmayan yurttaşlarımızın durumu olmalı. İki bin yılı öncesine göre, bankalara çok rahat borçlanmak, sonuçta kartzedeli-kredizedeli olmak; terör belası ile yaşamamız! BOP ve oy uğruna iç ve dış siyasetimizin çıkmaza girmesi! Aydın eksikliğimiz, gençliğin kötüye doğru bir rota içinde olması, edebiyatın-şiirin-sevginin-merhametin-iyiliğin hayatımızdan epeyce çıkması, CHP'nin HDP'leşmesi, MHP'nin sevenlerine güç verememesi, “Koalisyon” adı altında toplanan devletleri, gerçekte bize düşman oldukları halde dost sanıp, onlara, yeni hareket imkânları sağlamak! Kıbrıs'ı kendi isteğimizle ve bizim lehimize olacak şekilde değil de, hükümetin “Üst Akıl” dediği güçlerin isteği ve zorlamasıyla müzakere konusu yapması ve bu güzel devletimizi kaybetmek gibi büyük dertlerimiz var. Bunların çaresi vardır ve çare yakın ve uzak tarihimizde mevcuttur. Türk dediğin her şartta sert kaya gibi olacak. Bahtiyar Vahabzade “Yel kayadan ne aparır?!!..” diyor ya, işte öyle Türk olacağız; ister dağda çoban olalım, isterse yüksek devlet kademelerinde!

Daha çok dert var. Gazetelerde de neredeyse her gün memura şu kadar zam, emekliye çifte zam, üçüz zam haberleri var ve hiç eksik olmuyor. Ulu ülkem bu kadar dert içindeyken, ne yapacağım ben zammı, parayı, pulu, şunu, bunu; iki dilim ekmek, bir bardak su yeter; yeter ki yurdumuz hep ayakta kalsın, her şartta güçlü olsun. Şaha kalkmamız lazım, çalışkanlıkta, sevgide, bir ve bütün olmakta buluşmamız lazım. Bölücü söz ve eylemler içinde olanlara topyekûn dur dememiz lazım.

Evet, sıradan konulardan en hayati vaziyetlerimize kadar çaresizlik yansıması içindeyiz. Birkaç konuya, basından seçtiklerimden değineyim:

 “Güneydoğu'yu kan gölüne çeviren terör örgütü PKK'nın siyasi sözcülerinin Meclis kulislerinde rahat rahat  "çatışmaların metropollere sıçratılacağını" konuştuğunu yazmıştık. Başkentte güvenlik güçleri önceki gece (Cuma) acil bir uyarı ile kırmızı alarma geçirildi. Gece saat 23.30 sularında tüm güvenlik güçlerine yapılan uyarı ile Ankara'ya çok iyi eğitilmiş 2 PKK militanı sızdığı bildirildi. Terör örgütü PKK militanlarının en önemli özelliği ise üst düzey suikast eğitimi almış olmaları. Alınan istihbaratlar neticesinde başkentte tüm hassas birimlerde ve kritik konumdaki tüm isimlere uygulanan koruma önlemleri en üst düzeye çıkarıldı. PKK'nın suikastçı militanlarının yakalanması için de çalışmalar yoğunlaştırıldı.”(Yeni çağ Gazetesi, 10.01.2016. Ahmet Takan'ın, “Ankara kırmızı alarma geçti” başlıklı yazısından)

Gerçekte yurt sathında kırmızı alarm vaziyetindeyiz.

Bir anne üç yaşındaki evladını döverek öldürmüş. Gazeteler: “Zalim anne”, “Bir zalim anne daha”, “Zalim anne üç yaşındaki çocuğunu döverek öldürdü.” gibi başlıklarla haberi okurlarına duyurdu.

Zalim anne!.. Bu çaresiz anne ile ilgili haberleri okudum; evin reisi olan eş inşaat elektrikçisiymiş. Dört ay önce üç çocuğu ve eşi ile “Nazilli'de iş buldum.” diyerek K. Maraş'tan Nazilli'ye göç ediyor. İki ay önce de evi terk ediyor. Evin direği olan baba yuvasını bırakıp gidince, anne ile üç çocuk çaresiz kalıyorlar, komşuların yardımıyla aç kalmadan hayatlarını sürdürüyorlar. Kira ödenemiyor. Anne, yabancısı olduğu diyarın garibi, zavallısı; haliyle bunalıma giriyor. Anne artık cezaevinde! Üç yaşındaki çocuk kara toprakta. Diğer iki çocuk ne olacak?!.. Anne mi zalim, yoksa zalim olan çaresizlik mi, vicdanlar karar versin; yetkililer de Türk ailesini, daha fazla geç kalmadan kurtarsın.

Aziz milletimiz, ev alma yarışı içinde epey mesafe kat etti. Biz ev alırken yabancılar kasabalar, şehirler büyüklüğünde araziler aldılar. Biz beton aldık, yabancı dostlarımız(!) toprak aldılar, “Sırtlayıp götürecekler mi?!..” diyorlar ya üzülüp kahrolanlara! Filistin'i sırtlayıp götürmediler, topraklarını alıp devlet kurdular, şimdi bir de sırtlarına kurşun, bomba, gülle sıkıyorlar!

Aziz milletimiz altın sever sayılır, ama artık altın da alamıyor. Çeyrek altın alan da yok. Halkın satın alma gücü azaldı. Halk artık çok sevdiği altına para ayıramıyor. Altın biriktirmek, para-pul canlısı olmak caiz değil, ama savaşta da, barışta da en çok altın lazım oluyor. 2015 yılında altın talebi çok geriledi. 2015 yılında 48 ton altın ithal etmişiz.  2013 yılında 302 ton, 2014 yılında 131 ton,  2015 yılında 48 ton altın almışız yabancı ülkelerden.

Ve Mehmed Şevket Eygi  “Emanet elden gider” diyor,  14.01.2016 Perşembe günü Vahdet Gazetesi'nde kaleme aldığı yazısında: “Şu memleket biz Müslümanlara bir emanettir. Allah emanet etmiş bize bu yurdu, bu vatanı, bu mülkü. Konya'yı şu tarihte, Bursa'yı bu tarihte, Edirne'yi Erzurum'u Kayseri'yi Sivas'ı Urfa'yı ve diğer öteki kısımları belli tarihlerde vermiş bize. Tarih sicillerinde hepsi yazılıdır yegân yegân. Hepsi emanet hepsi! Şartların birincisi, emanete riayet etmek, asla hıyanet etmemektir. Mülkün asıl sahibi O'dur! Bize emaneten vermiştir. Emanete hıyanet edilirse ne olur? Emanet elden gider, sahibi elimizden alır, başkasına verir.(!)Bütün yurtta içki, kumar, fuhuş, riba, tefrika, fitne, fesat, nifak şikak, fısk fücur, isyan tuğyan yaygın hale gelmiştir.(!) Biz bu kafayla gidersek emanet elimizden gider. Selanik, Manastır, Yanya, Filibe, Kavala ve öteki şehirler gibi gider. Lütfen şu beş kelime ile internetten arayınız ve karşınıza çıkacak yazıyı okuyunuz./Mine Kırıkkanat Çelik Gülersoy Radikal/Çelik Gülersoy ne demiş, mutlaka öğrenin.”  Bize, bu zor zamanda yol gösteren aydınlar lazım. Sanıldığı gibi öyle çok aydınımız da yok.

Mehmed Şevket Eygi, “Bu memlekette birkaç yüz aydın olsaydı” başlıklı yazısında (Milli Gazete, 07 Mayıs 2012 Pazartesi ) şunları yazıyor: “Şu satırları, okur -yazar Türkiyeli bir insan sıfatıyla yazıyorum. Kendimi aydın saymam... Şu yetmiş küsur milyonluk ülkede yedi adet aydın bulunduğunu bile sanmıyorum. Üniversite diplomasına sahip kimselere aydın denilmesine, onların da kendilerini aydın sanmasına gülerim.”

Aydın denen insan memleketin durumu hakkında sarsıcı yazılar yazmalı, polemiğe ve sen ben kavgasına girmemeli. “O (Ali Fuad Başgil) bir ilim adamı idi, memleketin durumu hakkında ilmî yazılar kaleme alıyordu. Onun yazılarında bayağılık, polemik, sen ben kavgası yoktu.” Bu satırlar da M. Şevket Eygi'nindir. (Milli Gazete, 29 Haziran 2013 Cumartesi) İlk aklıma gelen birkaç aydınımız: M. Şevket Eygi, Agah Oktay Güner, Ali Haydar Haksal, Ahmet B. Ercilasun! Çaresiz haller içinde ne fertler ne de milletler yaşayabilir. Çare biziz, çare bu ulu vatandır, çare tarihimizdir, birbirimize olan sevgimiz ve birbirimize kol kanat germemizdir.

Selam, sevgi ve hürmetlerimle efendim!