Bunları yazmalıyım. Belki bir okuyan olur da ilgililere duyurur. Aslında yazdıklarım ve yazacaklarım her gün yaşanan alışageldiğimiz olaylardan bir tanesi.

Daha iki gün önce, pazartesi günü, saat 13.30 sularında, şehir merkezine gitmek için, Ahmet Özcan caddesinden, şehir merkezine doğru giden 17 nolu Tırılırmak otobüsüne Kavşak Camii yanındaki duraktan bindim. Konya o gün buz kesiyordu, çünkü kuzeyden soğuk mu soğuk poyraz esiyordu.

Allah'tan bir genç, yaşımıza ve sakalımıza hürmeten ayağa kalkıp yer verdi. Teşekkür ettim. Nasıl teşekkür etmeyeyim ki, gençlerin çoğu ellerinde akıllı cep telefonları, kulaklarında dinleme aygıtları, ne geleni ne de gideni, ne bineni ne de ineni görüyorlardı?

Başucunda bekleyen yaşlılardan, eli ve kucağı çocuklu annelerden habersiz bir şekilde, kendilerinden geçmişler, seslenseniz de duymuyorlardı.

Otobüsümüz yeni gibi ama alttan vites değiştirdikçe öyle homurtular, öyle kötü sesler geliyordu ki, yolda kalmasa diye korkuyorduk. Otobüsümüz yorgun, otobüsümüz bitkin ve halinden memnun değil gibi feryâd ediyordu sanki.

Karatay Belediyesi'ni geçince, eski garaj yanında kaptanlar değişti, yeni kaptan direksiyonun başına geçti. Aman Allah'ım o ne sürat. Kayalı Park durağında elleri eşya dolu, poşet dolu, yaşı yetmişleri aşmış iki ihtiyar amca otobüse bindi, tam da oturacaklarken, kaptanın gaza basmasıyla yere düşmekten zor kurtuldular.

Kendileri düşmekten kurtuldular ama ellerindeki poşetler otobüsün içinde sağa sola uçmaktan kurtulamadı. Yolcuların çoğu kaptana olan tepkilerini yüksek sesle dile getirdiler.

“Adam amma da saygısız, acelen ne? Biraz ağır olsana” diyerek söylendiler. Adam hiç aldırmadı, hiç tınmadı, cevap bile vermeye tenezzül etmedi. Kültür Park'ta zorunlu iniş yaptığımız, 42 BBY 061 plakalı otobüs, homurtular çıkararak, yoluna hızla devam etti. Arkasından bakakaldım.

Pazartesi günü yaşadığım bu olay, beni yıllar öncesine, Avusturya'da öğretmenlik yaptığım günlere götürdü. 

1993- 1998 yılları arasında öğretmenlik yaptığım, Yukarı Avusturya eyaletinin çeşitli şehir, köy ve kasabalarında görev için bulunduğum o yıllarda toplu taşıma araçlarını ihtiyaç duydukça kullanmış, görevli olduğum yerlere bizdekine benzer otobüslerle gelip gitmiştim.

Hiç unutmam, oralarda da bizde olduğu gibi, Belediye Otobüslerini kullanan şoförler vardı. O kaptanlardan biri, otobüs durağında otobüse binmeyi bekleyen bir yaşlı çifti, yaşları seksen doksanlarda olan bir karı kocayı, otobüsü durdurmuş, el frenini çekmiş, koltuğundan inerek, onların ellerinden tutarak otobüsün içine kadar bindirmiş, yerlerine oturtmuştu.

Onlar da güler yüzle, minnettar bakışlarla kaptana teşekkür etmişlerdi. Sevgi buydu, saygı buydu. Yapılan iyiliğe teşekkür buydu. Elin gâvuru diye beğenmediğimiz insanlar böyleydi. 

Ama güzel ahlâkı, kibarlığı ve nezaketi üzerinde bulundurması gereken bir dinin mensupları olan bizler ise yaşlılara karşı kabalıkta ve saygısızlıkta adeta yarışıyorduk. Bizleri uyardıkları zaman da kızıp, öfkeleniyorduk. Eğitimsizliğimizi asla kabul etmiyorduk.

Evet, böyle olunca da bizde kimse işinden memnun değildi. Herkes asık surattı. Selâm sabah olmadan, şükretmesini bilmeden, işine Besmele bile çekmeden başlamayı, zoraki çalışmayı, verilen işleri angarya gibi kabul etmeyi âdet haline getirmişlerdi.

Bu yüzden yaptığımız işin bereketini göremiyorduk. Bu yüzden yaptığımız işten zevk almıyorduk.

Memur, amirin işine ve makamına, işçi patronun parasına göz dikmeyi, patron işçisinin alın terini sömürmeyi, amir, memurunun üzerinde tahakküm kurmayı alışkanlık haline getirmeyi üstüne vazife kılmışlardı.

Bu yüzden iç barış, iş huzuru, iş güvenliği ve emniyeti, yerini huzursuzluğa ve verimsizliğe bırakmıştı. Kavga ve gürültüye bırakmıştı.

Haftanın ilk günü, pazartesi, Konya buz kesiyordu.

Kültür Park'ta mülteci çocuklar, titreye titreye mendil satmaya çalışıyorlardı.

Başörtülü genç kızlar, ellerinde cep telefonu ve sigara birilerini bekliyorlardı.

Kültür Park'ta güvercinler donmakta olan sularda yıkanarak ısınmaya çalışıyorlardı. Köpekler soğuktan, gelene gidene kuyruk sallamaktan yorgun ve bitkin, aç ve susuz dolaşıyorlardı.

Trafik keşmekeşi yavaştan kendini göstermeye başlıyor, hoyrat gençler, şımarık insanlar motosikletlerini ve altlarındaki Murat 124'lerini soğuğa rağmen bağırtma yarışı yapıyorlardı.

Bunları yazmalıyım dedim ve yazdım. Bakarsınız Emniyet'ten polis memuru Hakan Bey tekrar arar ve genel gidişatı izah eder.

Belediye'den Toplu Ulaşım Dairesi Başkanı İsmail Öz'den mi, Ulaşım Plânlama ve Raylı Sistem Dairesi Başkanı Mustafa Eşgi'den mi? Hiç sanmam.

Onlar uyumaya devam etsinler. Kolay mı Konya'da Toplu Ulaşımın sorunlarını çözmek? Kolay mı, Kış uykusu? Kolay mı kış uykusundan uyanmak?

                                             ÖZÜR VE TEŞEKKÜR

22 Ocak 2016, Cuma günkü  “Ölüm! PKK ve Trafik Terörü” yazımda merhum Mustafa Koç ile ilgili yaptığım hata ve akabinde dilediğim özürle ilgili çok sevdiğim “İyi ki varlar ve beni okuyorlar” dediğim iki arkadaşımdan, aşağıda geçen yorumları, eleştiri, uyarı, tebrik ve tavsiyeleri aldım. İlki Avusturya, Wels'ten, öğretmenlik yapan Mikail Yaprak tan: 

"Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur." (bk. Lem'alar; 13.Lem'a, 13.İşaret 2. Nokta) Tebrikler, selamlar.”  İkincisi, Konya'dan, Hüseyin İncili'den

“Koç ailesi ile ilgili hatanı özürle telafi etmeye çalışmışsın. Hiç yoktan iyidir.

Ama bu ikinci yazıyı okumayanlar, birinci yazıyı okudularsa, o hataya, yanlışa inanmaya devam edebilirler. 

Bence ÖZÜR başlığı altında gazete ilanı formunda, sana ayrılan alana çarpıcı bir şekilde yerleştirilmiş, herkesin dikkatini çekecek bir yazı/ilan ile düzeltmeni duyurmanda fayda var. Sorun, kul hakkı sorunu, sonuçta.”

Kardeşlerime teşekkür eder, merhum Mustafa Koç'tan ve Koç ailesinden tekrar özür dilerim. Allah, Mustafa Koç'a rahmet eylesin, taksiratını affetsin.

                                                       GÜNÜN SÖZÜ

BOYASINA GÜVENEN HALILAR GÜNEŞTEN KORKMAZLAR.

                                                                                                      Arif Nihat Asya

 

KAMİL BİRCAN     27.01.2016