Toplumumuz giderek kendi öz değerlerinden ve öz kültüründen uzaklaşmakta ve yozlaşmaktadır.

İçinde yaşadığımız dönemde görülen kültür dejenerasyonu, birçok manevi hastalıkları da beraberinde getirmektedir. Bu hastalıklardan birisi belki de en önemlisi samimiyetten uzak olmaktır. 

Samimiyetsizlik; verilen sözün arkasında durmak, dostluk, vefa gibi yüce hasletleri de ortadan kaldıran ve toplumu manen çürüten ciddi bir hastalıktır.  

İçten, gönülden ve candan davranış yani samimiyet, sahibini aziz eder, yüceltir.  

Kalb-i selim ve kalb-i samimi olan insana karşı, diğer insanların yüreğinde bir sevgi oluşur.

Samimül kalb sahibi insanların sayısı arttıkça, yüreklerde karşılıklı sevgi ateşi yanar ve bütün bir toplumu sarar bu ateşin ışık huzmeleri… Bu ışık huzmeleri o toplumun felahıdır, kurtuluşudur, yücelişidir. 

Samimiyet; içtenliktir, özü sözü bir olmaktır, inandığı gibi hareket etmek, ikiyüzlülük göstermemektir.     

Samimiyet; hasbi olmaktır, candan-gönülden davranmaktır, yalan ve gösterişten uzak bir hayat sürmek, içi ile dışını birleyebilmektir.      

Samimiyet; niyet-i halise sahibi olmak, hilesiz, riyasız, katıksız, saf ve duru olabilmeyi başarmaktır.         

Samimiyet; dostluktur, kardeşliktir, yaranlıktır, sevgidir, muhabbettir.         

Samimiyette ayrılık, gayrılık yoktur. Birlik, bütünlük, uhuvvet ve diğergamlık vardır.          

Samimiyet; beraber gülmek, beraber ağlamak ve ahde vefaya bağlı kalmaktır.         

Samimiyet; dil ne söylerse, kalbin de onu tasdik etmesini gerektirir. Bir başka deyişle; dilin, ancak kalbin onayladığını dışarıya yansıtmasıdır samimiyet…        

Tek kelime ile samimiyet bir keramettir aslında… Toplumu felaha ulaştıran bir keramet… Öyle ki bu vasfın toplumlarda yaygınlaşması ile ne güzellikler meydana gelecektir bir bilebilsek…         

Samimi olan insanların kalıbı ile kalbi, bedeni ile ruhu, dış dünyası ile gönül dünyası arasında hiçbir fark yoktur, dıştan bakıldığında içleri görünür bu insanların…

Kalp ile dil, gönül dünyası ile vücut dünyası, beden ile ruh arasında irtibat yoksa veya bunlar arasında zıtlıklar mevcutsa burada samimiyetten söz edilemez.                              

Samimi olan insanlar ne söyledi ise onu yapar, ne söz verdi ise onu uygular.         

Samimi insan günlük olaylara göre değil, ezelden ebede kadar kalıcı olan ilahi düsturlara göre ayarlar davranışlarını…         

Samimiyet vefa gerektirir, vefasızlık değil…         

Samimiyet karşılık beklemeden sevmeyi gerektirir, sevgisizliği değil…         

Samimiyet kalıcı bir dostluğu gerektirir, terk etmeyi değil…         

Samimiyet içten, candan, yürekten ve daimi bir irtibat, gerçek bir dostluk gerektirir, menfaate dayanan, geçici ilişkiler değil…          

Samimiyet kalbi bağlılık gerektirir, ihanet değil…       

Samimi anlayışta menfaatperestlik, bencillik ve maddi çıkar beklentisi gibi çirkin huy ve hasletlerin yeri yoktur, olamaz.         

Samimiyet söz verdiği bir konuda oyalanmadan, vakit geçirmeden, çeşitli bahanelerin arkasına sığınmadan bir an önce sözünün gereğini yapmayı gerektirir.      

Samimiyet, sağlanan mutabakatların derhal fiiliyata geçirilmesini, behemehal tahakkuk ettirilmesini amir kılan ulvi düsturdur.       

Bütün insanların, bilhassa toplumun önderi durumunda olan ve diğer insanlara örnek olması gereken lider vasfına haiz kişilerin, uymaları mecburiyet gerektiren bir sıfat, bir nişan, bir alamet, bir fiil, bir amel ve bir ölçüdür samimiyet…       

Bütün güzellikleri, iyilikleri ve medeniyetimize ait güzelim hasletlerin nerede ise tamamını terk ettiğimiz gibi samimiyetimizi de kaybettik.      

Samimi insanların yerini, riyakâr insanlar doldurdu büyük oranda toplumumuzu…      

Öyle insanlar ki, her şeyleri sahte, her davranışları riya, her hareketleri yapay, gülüşleri bile içtenlikten uzak, samimi görüntü vermeye çalışmaları bile samimiyetsiz…     

Samimiyet inanmayı ve güvenmeyi de beraberinde taşır. Samimiyet kaybolunca inancımızı ve güven duygumuzu da yitirdik. Birbirimize güvenmez olduk milletçe…      

Güven kaybı tefrikayı doğurur. Tefrika ise bir milletin yıkımı için yeterli sebeptir. Tefrika, yüreklerin toplu vurmasını önler ve düşmanın veremeyeceği oranda çok büyük zararlar oluşturur toplumda…       

Böylece samimiyetin ortadan kalkması, milli birlik ve bütünlüğümüze de çok büyük darbeler vurur. Milletleri oluşturan insanların samimiyetten uzak, riyakâr, ikiyüzlü ve sahte davranışlar içeren kişilerden oluşmaları, felaketlerin en büyüğüdür.          

Yıllardır dost olan, günlerini aylarını beraber geçiren, acı-tatlı bir hayli hatıralar yaşayan insanlar niçin bir gün gelir de samimiyetlerini, vefalarını ve dostluklarını yitirirler?

Niçin geçmişi bir anda silip atarlar?

Geçmişte hayatın her zorluğuna beraberce karşı koyabilen, gülmeyi ve ağlamayı paylaşabilen insanlar şimdi neden-niçin unuturlar birbirlerini?       

Dostluk, günümüzde menfaatlenmeyi gerektirdiği müddetçe kullanılan aksi halde terk edilen bir anlayış olarak algılanmaya başlanmış, böylece samimiyet ve hasbilik maalesef rafa kaldırılmıştır.       

Ya birde samimiyetsizlik, idarecilerimize sirayet etmişse felaketin büyüklüğü işte o zaman ortaya çıkar ve bu durum bir milleti yok olmaya doğru götürür.                                                                                                                                                                                                                                                       Makam, mevki, koltuk, para ve şöhret sahibi olunca geçmişini, dostlarını, söz ve vaadlerini unutan insanlar sadece samimiyetlerini değil aynı zamanda şahsiyetlerini ve itibarlarını da kaybederler.        

Topluma yön verme ve örnek olma durumunda olan bu insanların, çevresindeki insanları rencide edici ve gayri samimi davranışları, rahmet ve bereketi kaldırır üzerimizden…                                 

Çevremizde bu gibi örnekleri sürekli görmek ve yaşamak, samimi anlayışa ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu bize anlatmıyor mu?        

Her an içinde bulunduğumuz ve yaşadığımız olaylar bize ders olmuyorsa, bir an önce riyakârlıktan, gösterişten, ikiyüzlülükten kendimizi kurtarıp samimiyete adım atmıyorsak üzerimize gelecek belayı mı bekliyoruz?         

Allah nezdinde; samimiyetsiz yapılan inanışın ve ibadetin bile zerre-i miktar kadar kıymet-i  hakikiyesi yoktur.      

Yaratıcımız olan Allah’a yakınlığımız, samimiyetimizin derecesi ile doğru orantılıdır. Ne kadar içten ve samimi isek, Allah’a yakınlığımız da o kadardır.        

Samimiyetten uzak, ikiyüzlü, içi ile dışı, söz ile fiili farklı olan insanların Allah’a yakın olmaları asla ve kat’a mümkün değildir.        

Dünya ve Ahiret saadetine nail olabilmek, samimi anlayışa sahip olmaya ve onu yaşamaya bağlıdır.

İçinde yaşadığımız ortam bize şu soruyu sormamızı gerekli kılıyor. Asında bir feryattır bu…        

Ah samimiyet! Neredesin?        

Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim…