İşitin ey yarenler

Kıymetli nesnedir aşk

Değmelere verilmez

Hürmetli nesnedir aşk

Hem cefadır hem sefa

Hamza'yı attı Kaf'a

Aşk iledir Mustafa

Devletli nesnedir aşk

!

Akılları şaşırtır

Deryalara düşürür

Nice ciğer pişirir

Key odlu nesnedir aşk

Miskin Yunus neylesin

Derdin kime söylesin

Varsın dostu toylasın

Lezzetli nesnedir aşk

Eskiler 'Ah mine'l Aşk-ı ve halatihi!' demiş. Yani ah o aşkın elinden ve türlü hallerinden!  Aşkı en yüce makama vardırıcı vasıta bilmiş ve ona değer vermiş. Ehil olmayanın yanında dillendirmemiş. 'Ah!' Sözcüğü ahu figan maksatlı değil halini arz etmek niyetiyle söylenmiş. 

Aşk belki de ulaşılamayınca aşk! Ve dahi beşeri duygulardan arındırılmış bir ruh ve mana olgusuyla donanınca kutsal. İki gün önce tanıştığı, bir hafta gezip tozup iki gün sonra yol verilen anlık hayranlıklarla karıştırılamayacak kadar da ulvi kanımca.

 Aşk sözcüğünün Farsça aşeka (sarmaşık) kelimesinden husule geldiği rivayet edilir. Sarmaşık nasıl zamanla sarıp sarmalar ve sarıldığı bitkiyi havasız, nefessiz bırakmaya kadar götürürse işi; aşk da girdiği bünyeyi yavaş ve derinden öylece sarmalar ve yaşam kaynaklarını öyle keser ki o bünyede her ne varsa aşk ola; aşktan ola!

Eskilerin bu kadar değer verdiği, ulviyet makamına yerleştirdiği, gönlüne nimet; başına taç bildiği bu yüce duygu şimdilerde tamamen ayağa düşmüş vaziyette. Çağım insanı bitkiden hayvana; komşudan eşyaya muhabbet beslediği her bir nesneyi aşk olarak adlandırmakta; dolayısıyla bu ulvi ve yoğun duygular bütününü basitleştirerek asıl manasından fersah fersah uzaklaştırmaktadır. Hâlbuki gerçek aşk beşeri olana duyularak başlasa da asıl maksat gerçek maksuda yol bulmak, beşeri aşkı ilahi aşka vasıta kılmaktır. Kediden, köpekten, kuştan, balıktan, tosbağadan, komşudan, kardeşten, akrabadan, çocuktan aşk olmaz vesselam! Biraz düşünürsek bunlara uygun sevgi ifadeleri bulabilir, böylelikle aşkı tahtında rahat bırakabiliriz kanaatindeyim.

Sözcükleri gerçek manasından uzaklaştırmak onlara zulüm ve hakaret olur; kapsadığı alan daralır ya da genişler, artık gerçek kullanımlarda asıl tesirini göstermemeye başlar. Bu da metinlerin karşı tarafta yapması gereken tesiri ve inandırıcılığı ortadan kaldıracağından her hitabet, her metin basitleşmeye ve hitap ettiği topluluktaki yansımasının, en önemlisi kast edilen mananın dışına çıkılmasına neden olur. Tıpkı her hastalığın ilacının farklı olması, tansiyon ilacının diyabete iyi gelmemesi hatta bazen kötü yan etkilerinin görülmesiyle iyileştirsin derken başka taraflara zarar vermesi gibi. Yazıya Aşk erimiz Mevlana ile son verelim: 

Mevlâna, aşkın en son merhalesi için şöyle der; "Eğer benden başka senin gözlerinde sen kendi nakşını görürsen onu hayal bil, defet, sür gitsin.'' Bu aynı zamanda vahdet-i vücud yani vücut birliği, iki iken bir olma hâlidir. Mesnevi'de şöyle bir hikâye anlatılır: Birisi geldi sevgilinin kapısını çaldı. Sevgilisi "kimsin?" diye sordu. Kişi "benim" deyince "git" dedi. Şimdi zamanı değil; burada ham kişinin yeri yok. Ham kişiyi ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir? O kişi gitti tam bir yıl yollara düştü. Sevgilinin ayrılığıyla yandı. O yanmış yakılmış kişi pişti olgunlaştı. Geri geldi yine sevgilinin kapısına dayandı. Korku ve edeple kapıyı çaldı. Sevgilisi "kapıdaki kim?" diye sordu. Adam "a gönüller alan, kapıdaki sensin!" dedi. Sevgili, "Mademki bensin içeri gir; zira ev iki kişiye dardır" dedi.

Not: Birkaç haftadır bu sütunlardan ve sizlerden ayrı kaldım. İkinci kitabımın çalışmalarıyla meşgul oldum.  Umarım çalışmalar amacına ulaşır ve sizlerin karşısına güzel yazılarla çıkarım. Ne diyelim, Allah utandırmasın! İyi hafta sonları.