AĞAÇLARIMIZ-2

Bir önceki yazımızda ağaçların şehrin olmazsa olmazları olduğu; bu canlı varlıkların sadece soluduğumuz havayı temizlemekle kalmadığı aynı zamanda gölge olma, dinlendirme gibi birçok hizmeti de sağladığı; bununla birlikte mimari açıdan, tamamlayıcı, fonksiyonellik ve mekân/zaman ölçeklendirme gibi işlevlerinin bulunduğunu belirtilmiştik. Yine aynı yazıda; ağaçların canlı bir varlık olduğundan düzenli bakım ve gerektiğinde onarıma ihtiyaç duyduklarından; ama maalesef her yıl budama gibi teknik ve sanatsal bir işten zerre kadar anlamayan kişilerin budama katliamları yaptıklarından söz etmiştik.

Peki, ne değişti!

Toplum olarak okumuyoruz, okuduğumuzu anlamıyoruz ve anladığımızı da uygulamıyoruz!

Maalesef geçen hafta yapılan budama katliamlarıyla herkes “Selçuklu Payitahtında” bol miktarda budama adıyla “ucubeye döndürülmüş” veya kesilmiş zavallı ağaçlarımızı görüyordur. Peki, bu durumu kim önemsiyor veya kim dertleniyor?

“Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde etmektedir.” (22/Hacc-18).

Geçtiğimiz hafta, Selçuklu İlçesi İhsaniye mahallesindeki yol ağaçları budama katliamı ile “ucubeye döndürülmüş”, bazıları kesilmiş (?) ve maalesef semt sakinlerinden gayet yaşlı bir vatandaşta bu durumdan şikâyetçi olmuştu. Vatandaş mağduriyetinden bahsediyor ve diyordu ki; “benim evin önündeki yaşlı ağacı neden kesmediler, onu da kesselerdi ya! en iyisi yavaş yavaş kurutmak, cadde de ağaç olur muymuş vs!” tabi konuya gerekli müdahale, açıklama tarafımızdan derhal yapılmıştır.

Bir milletin, bir medeniyetin geldiği nokta bu tür basit örneklerle bile anlaşılabiliyor. Oysa ecdadımız Orta Asya bozkırlarında ağacın, ormanın değerini çok iyi biliyordu, hayatta kalabilmesinin doğaya saygılı olmaktan geçtiğini, zor arazi koşullarında yaşayarak öğrenmişti. Bugün kadim vatanımız Orta Asya'dan devam edip gelen, son vatanımız Anadolu'da da halen uygulanan güzel bir geleneğimiz de; yeni doğan her çocuk için belli sayıda ağaç dikilmesi ve bunların o çocuk evlenme yaşına gelinceye kadar yetiştirilmesidir.

Ecdadımız Orta Asya'dan Anadolu'ya gelirken tüm göç yollarında her konakladıkları yerde başta söğüt olmak üzere ağaçlar dikmişlerdir. Cenab-ı Hakk'ın inayetiyle de kurdukları “Söğüt” şehirlerinden bir “Çınar” gibi büyüyüp kök salarak, insanlık tarihinde eşi benzeri bulunmayan “Koskoca Osmanlı İmparatorluğu ve medeniyetini” inşa etmişlerdir. Ecdad yeşile ve ağaca o kadar önem veriyordu ki hepimizin bildiği üzere “yaş kesenin başı kesile” diyecek kadar konuya hassas davranıyordu! Ya biz?

Bazıları da memlekette bir dikili ağaçları yokken, ağaç, orman sevgisinden bahseder, bunun için protesto gösterileri düzenler, hatta “anıt nitelikteki bir ağacı” hiç gözünün yaşına bakmadan kesip yola devirir, devletin güvenlik güçlerini meşgul eder, milletin malına zarar verir ve bunu sözde “yeşillik” için yapar! Bu kişilerin değil ağaç dikmek evlerinde çiçek bile yetiştirdikleri muammadır! Bazıları da sokaktaki ağaçtan rahatsız olur ve yavaş yavaş kurutma yollarını arar! Nereden nereye!

Peki, bizde soralım:

Yaşarken gölgesini istemediğiniz bu ağaçları öldükten sonra mezarınıza dikmeleri için neden vasiyet edersiniz? Toprağın altına girdikten sonra gölgeye ihtiyaç mı var?