Bir şehrin kimliğinin korunabilmesi için insanların şehirlerine sahip çıkması şarttır. Aksi halde düzensiz ve statik bir betonlaşma, hızla azalan yeşil alanlar, kötü görüntüler, kirlilik ve trafik sorunu gibi problemler; çözümü son derece güç ve gelecek nesilleri de etkileyen toplumsal bir sorun haline gelmektedir. Sanayi devrimi ile birlikte hızlı ve düzensiz kentleşmenin meydana getirdiği sorunlar gelişmiş ülkelerde erken fark edilmiş ve hızla çözülmüştür. Ancak maalesef ülkemiz şu an da bile problem tespiti ile vakit kaybetmektedir. 

 

Bugün endüstriyel ve turistik şehirlerimizin hızla artan nüfusu, kimliksiz, kişiliksiz çok katlı binaların çoğalmasına, tecrit edilmiş alanların oluşmasına ve kentsel yeşil alanların hızla azalmasına neden olmuştur. Kentsel dönüşüm uygulanan mahallelerimizde bile maalesef salt ekonomik düşüncelerle düzensiz ve plansız bir yapılaşmaya gidiliyor olması, yapılması gereken yeşil alanları bırakın varsa mezarlık gibi alanların bile ortadan kaldırılması kaygı vericidir. 

 

Oysa şehirlerdeki yeşil alanlar insanların sadece rekreatif faaliyetlerini karşılamaz, bunun yanında yaban hayatının muhafazası, doğanın korunması, temiz hava sağlanması ve şehre dinamik (canlı) bir yapı kazandırılmasını da sağlar. Bugün herkes tarafından beğenilen şehirlerin en az kendileri kadar meşhur şehir parkları, korulukları, aktif ve pasif yeşil alanları vardır. Simonds'un dediği gibi; "bir kentin temel karakterini yapılardan çok, açık alanları, yeşil alanları belirler".  Nitekim İstanbul gibi muhteşem şehirlerin parkları, meydanları edebi metinlere bile konu olmuştur. Örneğin; Üstat Necip Fazıl'ın çıkardığı ilk dergiye “Ağaç”; kitabına “Tohum” isimlerini vermesi; ilk tiyatro eserinde de bir incir ağacını ele alması; doğup, büyüdüğü mahallesinde bulunan ağaçların, yeşil dokunun etkisinden kaynaklanmaktadır. İnsanın doğayla etkileşim içinde olduğu şüphesizdir. Nitekim doğadan uzaklaşan insan beton yığınlarının arasında, şehrin gürültü ve kirliliği içinde başta stres olmak üzere birçok psikolojik problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. 

 

Bir şehirde bulunan yeşil alanlar;  aktif yeşil alanlar (parklar, çocuk oyun alanları, spor alanları vb.) ve pasif yeşil alanlar (özel bahçeler, tarım alanları vb.) olarak iki gruba ayrılır. Aktif yeşil alanların yürüme mesafesinde olması gerekir. Ayrıca bir şehrin gelişmişliğinden söz etmek için kişi başına en az 10 metrekare bir aktif yeşil alan bulunmalıdır.  Konya'da Büyükşehir Belediyesinin ve İlçe Belediyelerinin bazı çalışmaları bulunsa da, bunların büyüklük ve dağılış açısından yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.

 

Hızla artan nüfusu ve yapılaşması ile birlikte Konya'nın yaşanılabilir bir şehir olması ve bunun devam ettirilmesi için daha çok yeşil alana, koruluklara ve şehir parklarına ihtiyacı vardır. Ayrıca bunların hem büyüklükleri hem de dağılışları şehrin nüfusu ile uygun olmalıdır. Son zamanlarda yapılan bazı parkların hem büyüklüğü yetersiz hem de neredeyse şehrin dışında yapılması ile ulaşım sıkıntısı olduğu görülmektedir. Maalesef gerek yapısal gerekse de bitkisel tasarımı ise geleneksel mimariden oldukça uzaktır.

 

Konya Büyükşehir Belediyesinin Alaeddin Tepesi'ndeki Orduevi'ni taşıyarak mevcut yapıları yıkması ve “Alaeddin Tepesi Höyüğünü”  “Alaeddin Arkeolojik Park”ı haline dönüştürme projesi son derece doğru ve başarılı bir çalışmadır.  Ancak orada yapılacak çevre tasarımları da artık sıradan bir park gibi yapılmamalı; bir arkeolojik park düzenlemesi şeklinde olmalı ve alanda bulunan arkeolojik kazı çalışmaları da hızla tamamlanmalıdır. Yine bu alanda görülen güvenlik sıkıntısı için önlem alınmalı giriş ve çıkışlar kontrollü yapılmalıdır. Bunun yanı sıra, halkın dinlenme ve eğlenme ihtiyaçları için en çok tercih ettiği park olan Alaeddin Park'ının mevcut hizmetlerini üstlenecek yakın bir bölgede Selçuklu Bahçe Sanatı ile tasarlanmış yeni bir şehir parkı' da hızla planlanmalıdır. 

 

 

 

Doç. Dr. Murat Ertekin