Kumanova Meydan Muharebesinin kaybı, bilgisizlik, disiplinsizliğin baştan geldiğine tipik bir örnektir. Sırplılara karşı ilk muharebelerde iyi olan tümenin kumandanları, yerlerini terk ederek Kumanova kasabasına inerler. Sebep, “kendilerine o gün tebliğ edilen generallik rütbesinin alametlerini taktırmak”. Gece, kasaba terzilerini uyandırıp, “pantolonlarına kırmızı paşa zırhı taktırmakla meşgul olurlar.” Başlarında kumandanları bulunmayan, daha tam seferber olamamış Redif Alayı ve Tümenleri, gece dağılır. Mevziini terk edenlerin yeri doldurulmaz, elden çıkan siperler geri alınmaz ve “bilgisizlik, idaresizlik yüzünden”, diğer “muharebelerde olduğu gibi” Kumanova Meydan Savaşı kaybedilir (Apak, 1988, 67).

MANASTIR MEYDAN MUHAREBESİ

Manastır önünde son bir müdafaa yapmak üzere, 60 bin kişilik ordu, 80 top Ali Rıza Paşa kumandasında toplanmıştır. Ordu, askere, “bu son savaşta geri gitmek, çekilmek olmayacağını, bu savaşın Rumeli'nin mukadderatını belirteceğini, herkesin vatan savunması için kanın son damlasını akıtması” gerektiğini bildirir. Hava yağmurlu, toprak çamurdur. Asker cephede iken; ordu ve kolordu karargâhları, geceleri dönüp şehirde gecelemekte ve ertesi sabah atlara binerek muharebe idare yerlerine” gitmektedir. Asker ve kumandanlar, kendilerini demir bir elin yönetmediğini bilmektedirler. 14-18 Kasım 1912 tarihleri arasında olan, “muharebenin üçüncü günü sabahı, bir topçu bataryamızın hayvanlarını koşarak geriye kaçmaya başladığını gördük. Bu kaçış, batarya civarındaki piyadelere de sirayet etti. Yüzlerce askerimizin geriye çekilişleri başladı”. Bir genç kurmayın tabancasını çekerek kendi civarındaki çekilişi durdurması yetmez. Dördüncü gün akşamı, sol cenahın bozulması yüzünden, ordu genel çekilme emri verir. Nereye gidilecektir? Güney Arnavutluk bağımsızlığını ilân etmiş, kartal işaretli bayrağını çekmiştir. Yağmur altında, Florina şosesi üzerinde çekiliş başlar. “Yol üzerinde terk edilmiş arabalar, cephane arabaları ve bazı toplar” görülmektedir. “Uzun bir döküntüler kafilesi”, “her tarafta perişanlıklar, devrilmiş arabalar, terk edilmiş toplar, dizlere kadar çamur içinde yürüyen Mehmetçikler, karanlık, yağmur, soğuk bize dokunmuyor.” (Apak, 1988, 70-71).

120 bin kişilik Sırp ordusu, yanlarında seri ateşli hafif Fransız toplarını da getirmiştir. Fakat asıl fark; “Osmanlı bataryalarının ateşi altında”, “yarı bele kadar çamur batak içinde”, içlerindeki ölü ve yaralıları bırakarak, ilerlemeye devam eden Sırp askerlerinin disiplinindedir. İlk günden sonra, Osmanlı cephesini “ilk önce Ali Rıza Paşa, sonra da Kara Sait Paşa arka arkaya” terk ederler. Batı ordusunun başında; Cavit, Zeki ve asker olmaktan çok diplomat olan Fethi Paşalar kalmıştır. Bir süre sonra onlar da çekilir. Cavit ve Fethi Paşa kuvvetleri, Resne yoluyla Ohri'ye doğru çekilir. Baba Dağı civarında, Sırp topçuları, askerin geçtiği tek yolu ateş altına almıştır. Cavit Paşa, askeri toplamaya bile çabalamaz. Silahını atan, nereye olsa kaçmaktadır. “Sırp ve Yunan çeteleri tam anlamıyla insan avına çıktılar o dağlarda; kurşunlarına hedef olan Osmanlı askerini aman vermeden katlettiler. Bir çoğu kendiliğinden Manastır'a inerek silahını verdi, teslim oldu.” Sırp ordusu, 18 Kasım'da Manastır'a girmiştir . Sekiz bin ölü ve yaralı veren Sırp ordusuna karşılık Türkler, 15 bin ölü ve yaralı verirler. Fethi Paşa'nın ulaştığı Resne'de, meşhur Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi de vardır. Şehir, kısa süreli bir çarpışmadan sonra teslim alınır. Askeri öğrenimden sonra orduyla, “hemen hiç teması olmayan Fethi Paşa”nın, vurulup şehit olması dışında kayda değer bir gelişme yoktur. Manastır'a Sırp Veliaht Pens'in girişi ile, “Yaşasın Sırp ordusu! Yaşasın hürriyet!” bağrışmaları ardından, Yunan veliahdı şehre girer (Adonyan, 1999, 347, 349-51).

Sırp ordusu önünde, Adriyatik açılmış, Avusturya ile Rusya arasında savaş ihtimali artmıştır. Yalnız Arnavutluk tarafına çekilen Osmanlı askerleri sıkıntıdadır. Permeti'ye gelen Cavit Paşa kuvvetlerine, “artık Arnavutluk'un bağımsız olduğunu, Türk askeri istemediklerini” bildirmişlerdir. “Batı Ordusu kalıntıları, terk edilmiş, küçümsenmiş durumda kovalanarak, kesin barışa kadar, yaşayan ölüler gibi” varlıklarını sürüklerler. Batı Ordusu genel komutanı Ali Rıza Paşa ve 20-24 bin kişilik ordu kalıntısı, “Arnavutluk'u bir müttefik değil düşman” bulmuştur. İsmail Bey, Osmanlı Bayrağını indirip, kendi bayrağını çekerek bağımsızlığını ilan etmiştir. Asıl gelişme “büyük devletlerin Arnavutluk'u bağımsız ilan” etmelerindedir.

Yalnız döküntü askeri, henüz düşmemiş olan Yanya da kabul etmez. Cavit Paşa'nın, Yanya'ya sığınma isteği, “yenik askerin müstahkem şehirde moral çöküntüsü” meydana getirmesinden çekinilerek, reddedilmiştir. İyi beslenmeme ile birlikte dizanteri vb. hastalıkların salgını da başlamıştır. Geride kalan askerin yüzde doksanı, her güçlüğe katlanan Anadolu çocuklarıdır. Cavit Paşa, Fieri'de, geçici Arnavutluk hükümetinden, ordusunda bulunan Niyazi Bey'in Valona yoluyla İstanbul'a gidebilmesi için izin ister. İzin verilmiştir. Fakat Niyazi Bey, 16 Nisan 1913'te, “tam vapura bindiği sıra kendisine muhafız olarak verilen kimseler tarafından kalleşçe” öldürülür. Ateşkesten sonra, Batı Ordusundan geri kalan, önce hasta, ardından 12 bin civarında sağlam asker, Türkiye'ye gönderilir (Andonyan, 1999, 354-356, 358, 425).

SELÂNİK

Osmanlı ordusunda, harbin patlamasından on gün önce, yetişmiş seksen bin asker terhis edilirken Yunanlılar, 20-54 yaş arası bütün erkekleri asker sayan kanunu, 1912 Ocağında çıkarmıştır. Yalnız Türkiye'nin Avrupa ve Asya topraklarında yaşayan, 50 bini İstanbul'da olmak üzere 200 bin Rum'dan, sadece 100 kişi Yunanistan'a gönüllü olarak gitmiştir  (Andonyan, 1999, 364-365). Fransız gazeteci, yardıma gidenlerin yüz kişiyi bulmadığını yazar. Rumlar, “yaşamaya uygun bulmadıkları Anadolu'da kalmak için her çareyi” denemektedirler (Lauzan, 113).

Yunanistan'ın gözü, önce Selânik ardından Manastır'dadır. Yenice-Vardar yenilgisi ardından, Selânik'i savunması gereken Tahsin Paşa, “direnişi fuzuli” bulmaktadır. Bir Alman gazetesinin tespiti şöyledir: “Türk ordusu şehrin sokakları önünde düşmanı bekliyor. Fakat erler arasında ancak birkaç subay bulunuyor; büyük kısmı bırakıp gitmiş.. Makedonya'dan kaçan 50.000 göçmen, aileleriyle beraber sokaklara doluşmuşlar. İnsan bu sefalet kafilelerini seyrederken korkunç bir izlenim ediniyor. Zavallı erler dileniyor, açlıklarını haykırıyorlar.” Şehrin muazzam kışlaları boşaltılmıştır. “Selânik'in şık bulvarlarında ve birahanelerinde, bir zamanlar şehrin görkemini oluşturan parlak üniformalı subaylar seyrek görülüyordu.” (Andonyan, 1999, 382).

Yenice Muharebesinden (1-2 Kasım 1912) sonra, Selânik'in yolu Yunanlılara açılmıştır. Ordudaki, “düzensiz geri çekilmeler, daha sonraları bozgun kelimesinin bile ifadeden aciz kalacağı hale geliş yürekler acısıdır”. Tahsin Paşa, savaşmadan teslim görüşmelerine başlar. Ve görüşmeler, bir gün sonra 8 Kasım 1912'de tamamlanır. Selânik'te toplanan Türk-Yunan temsilcileri, aynı gün, Selânik ve Türk birliklerinin teslim protokolünü imzalar. İmza edenler: Osmanlı Ordusu Komutanı Hasan Tahsin ile Yunan prensinin delegeleridir (Genelkurmay, 1984, 39-40).