Tefekkürde birçok ibret ve hikmetler vardır. En mühim tefekkür ise Allah-u Teâlâ’nın insanı yaratması üzerindeki tefekkürdür. Bu ise anlamamız ve üzerinde durmamız gereken bir husustur.
Her şeyi nizam ve intizam içinde yoktan var eden O’dur. Allah-u Teâlâ insanı nutfeden yarattığını, düzenleyip tamamladığını ve ruh üfürdüğünü beyan ediyor: “O Allah ki, yarattığı her şeyi güzel yapan, insanı yaratmaya da çamurdan başlayandır. Sonra O, bunun zürriyetini kerih bir sudan meydana gelen nutfeden yapmıştır. Sonra onu düzeltip tamamladı. İçine ruhundan üfürdü.” (Secde: 7-9)
Allah-u Teâlâ kulağı, gözleri ve kalbi tertip üzere zikretmiştir ki önce Hakk'ı işitsin, sonra işittiğini gözü ile görsün, gördüğü şeyleri kalbi ile tefekkür etsin.
“Sizin için kulaklar, gözler, gönüller verdi. Ne az şükredersiniz!” (Secde: 9)
İnsan vücudunun yaratılışına dikkatle bakmak, Yaratıcı’yı bilmenin anahtarıdır.
Bedenin iç ve dış yapısına bakılırsa akıllara durgunluk verecek inceliklerle karşılaşmamak imkânsızdır.
İnsanın ana rahmine düşmesinden, insan suretine dönüşmesine kadar yaratılışının her safhasında çok ince merhaleler ve çok büyük gelişmeler mevcuttur. Bunun benzeri ve numunesi, yarattığı her canlıda apaçık görülür.
Amma sen resimde kaldın! Resim ise O’nun yarattığının benzerini çizmek demektir.
Yaratmak, yaşatmak, Allah-u Teâlâ’ya âittir.
Âdem Aleyhisselâm’ı çamurdan yarattı, “Ol!” dedi ve oldu. Kudret ve azametini göstermek ve beşeriyete ibret olmak için İsâ Aleyhisselâm’ı babasız yarattı. Ve fakat ressam neyi yarattı?
Değil ressam, diğer bütün yarattıkları bir araya gelseler, insan değil de yarattığı en küçük mahlûku yaratabilirler mi? Bir yaprağın karşısında âciz kalır, bir buğday tanesinin, bir sineğin kanadının karşısında âciz kalırlar.
Şu halde yaratıcı yalnız Hazret-i Allah’tır.
Hâlik-ı Azimüşşan mahlûkunu kerih bir sudan halketmiştir. O kerih sudan kan pıhtısını, ondan da kemikleri yapıp et ile örtmüştür. Göz-kulak, el-ayak gibi organları kemâle erdirerek insan suretini teşekkül ettirmiş, ruh vererek onu canlandırmıştır.
Ağlamaktan başka hiçbir şeye gücü yetmeyen mini mini bir çocuğa ana-baba gibi iki müşfik hizmetçi tayin ederek; suya-ateşe, yağa-tuza, vakte-zamana muhtaç olmayan tatlı bir gıdayı ona yedirmiştir. An be an yeni yeni tecellilerle kendisini olgunlaştırmaktadır.
Ona öyle bir akıl, fehim ve idrâk vermiş ki, o sayede akıllara durgunluk veren bu muhteşem kâinatın muazzam bir yaratıcısının olduğunu sezebiliyor, kavrayabiliyor.
Ona göz vermiş bakıyor. Göz bebeği denilen ufacık bir nokta ile dünyaları görüyor, semâları seyrediyor. Duyma hassasını vermiş işitiyor. Kaşlar kirpikler hep birer önemli iş görüyor. Konuşma imkânı vermiş. O uzuvlara o hassaları vermeseydi, ne kulak duyardı, ne göz görürdü, ne de ağız konuşabilirdi. Nice kulaklar var duymuyor, nice gözler var görmüyor. Kalp vermiş, hayatını idame ettirmesi için nefes ihsan buyurmuş. Bir an kesiverse hayatımıza mâlolacak. Ona el, ayak vermiş. İhtiyaçlarına göre âzâlar vermiş. Bunları satmaya kalksa, kaça satar? Veya satar mı? Birisi “Gözlerini bana sat, sana şu kadar para vereceğim.” dese, acaba satmayı düşünür mü? Parmağın ucundaki hassasiyete bir bakın, kör onunla görüyor. Bir parmak izi diğer hiçbir insanın parmak izine uymuyor. İnsanlar hiçbirbirine benzemiyor. Sesleri ayrı, mizaçları ayrı...
Sonra onu kendi mülkünde yaşatıyor. Her işini görüyor, her ihtiyacını gideriyor.
Bütün kâinatı insana musahhar kılmış, hizmet ettiriyor. Dağlar-denizler, ırmaklar-göller, ovalar-çöller... hep insanın emrine verilmiş. Nebâtat insana hizmet ediyor, hayvanat insana hizmet ediyor. Güneş, ay, yıldızlar ve rüzgâr insana hizmet ediyor. Su insanın emrinde, hava insanın emrinde.
Yerleri, gökleri direksiz desteksiz tutuyor. Gündüzün peşinden geceyi, gecenin peşinden de gündüzü getiriyor. Bir yerde gündüz iken, başka yerde gece yapıyor. Dilediği zaman semâdan yağmurlar yağdırıyor, arzdan sular fışkırtıyor.
O bize ihsan ve ikram ederken hiçbir karşılık da talep etmedi.
Sadece kendisini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istedi.