Bugün Türkiye'nin haritadan silinmesi ve Türk varlığının sadece ansiklopedik bir madde haline gelmesi meselesinde son safhaya girmiş bulunuyoruz.

Türkiye'nin haritadan silinmesi işi bir çok cephede küçük küçük hızlı adımlarla yürüyen bir faaliyet. Türkiye'nin ne olduğundan ve kıymetinden bihaber yetiştirilmiş nesiller bu faaliyeti teşhiste zorlanıyor. Bu sebepledir ki, Türkiye'nin ortadan kaldırılması işinin bir parçası olmaktan kimse gocunmuyor.

Şu an insanlara Türkiye hakkında "1.Dünya Savaşı akabinde galip devletlerce kurulmuş diğer ortadoğu ülkelerinden farksız" deniliyor. Galip devletlerin masa başında sınırlarını cetvelle çizdiği birçok sahte devletin olduğu muhakkak. Bu devletler bir millet varlığına da dayanmıyor. Bir milletin organize olması ile teşekkül etmiş değiller.

Türkiye de bu ülkelerle aynı muameleye tabi tutulmaya çalışılıyor. Türkiye'nin kendine mahsus yeri, mahiyeti, kolonizasyona tabi tutulamamış tek ülke olması, batı medeniyetini doğmaya icbar eden kuvvet olması, Türkiye'de bir milletin yaşıyor olması gibi sebepler Türkiye'yi var eden şeyle diğerleri arasında bir paralellik değil bir tezat olduğunu gösteriyor.

Türkiye'nin haritadan silinmesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin fiilen ve hukuken ortadan kaldırılması ile olabilecek bir şey. Bunu bilen Türkiye düşmanları diyorlar ki ''Türkiye'nin manasızlığını ortaya koymak istiyorsak, öncelikle  Türkiye Cumhuriyeti'nin manasızlığını ortaya koymalıyız. Demeliyiz ki, Türkiye'nin sınırları sun'idir. Türkiye Cumhiyeti'nin ilk kurulduğu zaman başındaki zevat İngilizlerle anlaşmış ve danışıklı bir İstiklal Harbi verilmiş. Bunun akabinde de bugünkü Cumhuriyet kurulmuş. O halde Türkiye denen ülke ve devlet sahte manasız bir devlettir. Aslında işin aslı Osmanlıydı. Türkiye normalleşmek istiyorsa Cumhuriyetten kurtulup 'Büyük Türkiye!'ye Osmanlıya (veya Turan'a) dönüşmelidir. O zaman işler asli mecraına dönecek"

Lozanla birlikte Türkiye'ye Pantürkist, Panislamist polikitaları yasaklayanlar bugün Pantürkist miş gibi görünen, Panislamist miş gibi görünen beyanatların verilmesine izin veriyor. Çünkü bu söylemler bugün artık Türkiye'nin manasızlığına melzeme taşıyor.

İşin içinde Osmanlı-mosmanlı da olunca millet gevşeyiveriyor. Millet, Dimyat'a pirince gitmeye teşvik ve mecbur ediliyor. Eldeki bulgurdan olacağımız ikazını kimse yapmıyor. "Türkiye'siz kalmak!" demenin ne manaya geldiğini bizim dışımızda herkes biliyor.

Bu zamana kadar Türkiye'nin hudutlarını korumakla görevli olanlar dahil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlığını namusu kabul ettiğini söyleyen zevatın,  Türkiye'nin sınırlarının manası üzerine konuştuğunu duydunuz mu? Ben duymadım. Tâ ki, İstiklal Marşı Derneği Genel Başkanı İsmet Özel'in Gaziantep'de yaptığı "Abide Milletin Kaidesi" başlıklı konuşmasına kadar. Bu konuşmada İsmet Özel, Türkiye'nin İran, Ermenistan, Suriye, Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarının manasını anlatmıştı. Bu hatlarımızın hepsinin bir manası olduğunu; tarihi, siyasi, askeri, itikadi bir  gerekçesi olduğunu, bir hikmete mebni olarak bu hatların çekildiğini tafsilatı ile izah etmişti.

O zaman düşündüm, güya bize Kemalist bir eğitim verilmişti. Kemalizm için Cumhuriyetin varlığı güya çok mühimdi. Peki bu Cumhuriyetin sınırlarının ne manaya geldiğinden, bizi kimden, ne sebeple ayırdığından niçin kimse bahsetmemişti?

Çünkü Türkiye'nin varlığının ilk dayanağı olan Misakı-ı Milli Mustafa Kemal'in eseri değildi. Tıpkı İstiklal Harbi'nin Mustafa Kemal'in eseri olmadığı gibi. Misak-ı Millî Mustafa Kemal'in çizdiği bir hat değil. Meclisi Mebusan ilan ediyor Misak-ı Milli'yi. "Kafir köpeği olarak yaşamayacağız, gavurla savaşmayı göze alıyoruz" diyen vilayetlerin andı, yemini, misakı bu karar.

Diyeceksiniz ki şu anki Türkiye Cumhuriyeti sınırları Misak-ı Milliye göre mi şekillenmiş? Tamamiyle buna göre şekillenmemiş, doğru.  Ancak Misak-ı Millîden vazgeçme pahasına bu sınırlara kavuşabilmişiz. Misak-ı Millî'den vazgeçen Lozan'ı kabul etmeyeceği için feshedilmiş ilk meclis.

Türkiye'ye "Yeni Osmanlı" vizyonu yutturanlar, Ermenistan ve Yunanistanın da bu "Yeni Osmanlı!"da yer alacağını söylüyorlar satır aralarında duymuyor musun? Uyan! Yeni Osmanlı dedikleri çok dinli, çok dilli, çok hukuklu yeni Bizans, yeni Ermenistan. Niçin sormuyorsun; "bizim Ermenistanla, Yunanistanla entegrasyondan ne gibi bir milli menfaatimiz olabilir? Bize ne yapmak istiyorsunuz? Biz Türkiye'de sözü geçmemiş Türkleriz. Bu yeni Osmanlıda yaşamamıza bile tahammül gösterirler mi?" diye.

"Senin sun'i dediğin o sınırları çekeceğiz diye bizim anamız ağladı. Bu sınırları ortadan kaldırırak bizim namusumuzu, iffetimizi, şahsiyetimizi, dinimizi, i'tikadımızı, varlığımızı ortadan kaldırmış olmayacak mısın?" diye niçin muaheze etmiyorsun?

Türkiye Cumhuriyeti, Çanakkale Savaşı'nda "burada bir millet yaşıyor" mesajı verildikten sonra Canakkale Zaferinin temin ettiği zemin üzerinde üç cephede yürüyen bir İstiklal Harbi neticesinde kurulabilmiş. İstiklal Harbi'nin güney istikametindeki kısmını da Millet Meclisi başlatmamış. Maraş'da sancaksız Cuma namazı olmaz diye sokağa çıkan cami cemaati başlatmış. Bu yüzden Maraş'a Kahramanmaraş diyorsun, ne zaman unuttun? İstiklal Harbi'nin dönüm noktası Sakarya Meydan Muharebesi'nde yaklaşık yüzer bin kişilik ordudan müteşekkil Türk ve Yunan kuvvetleri Mareşal Fevzi Çakmak komutanlığında 22 gün, 22 gece savaşmış. Biz İstiklal Harbini kazanarak Yunanla masaya oturmak isteyen İngilizi bizimle masaya oturmak durumunda bırakmışız.

29 Ekim 1923'de ilan edlien Cumhuriyet, Anayasasına o günkü kabul ettiği bir değişiklikle "Türkiye Cumhuriyeti'nin dini İslamdır" hükmünü koymak zorunda kalmış. Sonra şu olmuş, bu olmuş... Bir çok inkılaplar yapılmış. Ancak bütün bu yapılan mumaleler Türkiye'nin manasını (kafirle çatışma gözüpekliği gösterilerek elde tutulan yegane topraklar) asla silemedi.

İran sınırımız Hristiyan Takvimine göre 1639'da imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması ile son şeklini almış. Hani Türkiye 1. Dünya Savaşı sonunda galip devletlerin masa başında sınırlarını çizdiği bir "ulus devlet" olarak doğmuştu?

Ve bu İran sınırıyla bizim yani Türklerin 'i'tikadi sınırı' da çekilmiş oluyor. Rasulullah'ın (S.A.V) Ashabına sövenlerle, sövülmesinden rahatsız olmayanlarla aramıza bir hat çekmişiz. Kasrı Şirin Anlaşmasıyla İran'da, Hülefa-i Raşidin ile Hz. Aişe(R.A) annemize hutbelerde "seb ve lanet" edilmemesi şartı konulmuştur. Yani ecdadımız bu hattı çekmiş, çekmiş ama bu hattın ötesinde de "şu, şu  herzeleri yemeyeceksiniz" demiş.

O vakitten bu yana "sen oradasın, ben burada" şeklinde gelmiş iş. Dünya sistemi ise İran'la Türkiye'yi 'ya dost ya da düşman yapma' politikası güdüyor. Bu manada 'İranla dost olalım' diyenlerle 'düşman olalım' diyenler aynı maksada bu i'tikadi zeminin yok edilmesi maksadına hizmet ediyorlar.

Türkiye'nin haritadan silinmesi işini kolaylaştıran sloganlardan birisi de "komşularıyla sıfır sorunlu Türkiye" lafıdır. Türkiye için İran'la sıfır sorun demek; yanımızda Hz. Aişe(R.A) annemize sövülmesinden rahatsız olmayan bir şekilsizliğe razı olmamız demektir.

'Türkiye'nın sınırları sun'idir' diyen naylondan plastiktir. Bunu diyen sun'i bile değil 'yapma'dır. Türkiye'nin hudutları Türk'ün i'tikadi hudutlarıyla mukayyettir. 'Türkiye'nin sun'î hudutları!' diye söze başlayan, aslında hiçbir itikadi titizliği kalmadığını beyan etmiş ve başkalarını da bu i'tikadi sefaletine ortak yapmaya çalışıyor demektir.

20 Ramazan 1435