ÖMRÜN BİR ALTIN TORBASI GİBİDİR

Faslı Ebu Abdullah isimli biri üç arkadaşı ile baharat ülkesi Hindistan'a gidiyordu. Bindikleri gemi Hind açıklarında korkunç bir fırtınaya tutuldu. Gemidekiler korkularından el açıp Hakk'a duâ ve niyâzda bulunarak adaklar adarken gemi bir kayaya çarpıp parçalandı. Ebu Abdullah ve üç arkadaşı tutundukları ağaç parçası ile zor bela kıyıya çıktılar. 

Felaket, yorgunluk ve açlıkla perişan vaziyette engin deniz'in kıyısında, gür bir ormanın içinde oturup dinlenmek istediler. Her biri bir diyardan olan bu felaket zedelerden biri o civardandı. Açlıktan ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Ebu Abdullah dostlarına:

-Kader dostları, arkadaşlar dedi. Açlık gibi büyük bir bela yoktur. Bu ıssız ormanda bunun için avlanmaktan başka da çare yok. Yalnız dikkat edelim. Allah aşkına buralarda çok bulunan fil yavrularına dokunmayalım. 

Arkadaşlarından biri:

-Niçin? Diye sordu. Onun eti yenmez mi?

-Sözlerime candan gönülden kulak verin.

Çevremizde çokça fil yavrusu vardır. Bu taze, körpe ve etli yavruları görünce canınız onları avlamak isteyebilir. 

-Aç değil miyiz? Taze, semiz yavruları avlamanın ne sakıncası var?

-Ormanın içinde kendi halince oynayan bu sevimli yavruların anneleri bir kenarda pusuda bekler. Yavrusu için yüz fersahlık mesafeyi ah ve figan ile ağlayarak dolaşır. Böyle bir filin hortumundan adeta ateş çıkar. Onun için yavrusunu yemekten sakının, dedi.

 

Hadis-i şerifte: Bir veliye ikramda bulunan bana ikramda bulunmuş, ona eziyet eden bana eziyet etmiş sayılır, buyruldu. Peygamberimize velilerin kim olduğu sorulunca: Görüldükleri zaman Allah akla gelendir, dedi. 

Keskin bakışlı, uzakları gören biri olduğun halde deveden ancak yükü görüyorsan sen tuhaf bir körsün yalnız işine geleni görüp biliyorsan, ayı gibi maksatsız oynarsın.

 

Fil yavrularını avlamayın ve yemeyin diyen Ebu Abdullah'a arkadaşları karşı çıktılar. İçlerinden biri hiddetle bağırdı:

-File gösterecek değiliz ya. Sonunda kemiklerini yere gömer izini kaybederiz, dedi. Fakat o bilgili dost, arkadaşlarını düşünerek öğüdüne devam etti:

-Fil her ağzı koklar, yavrusunun kebap kokusunu hangi ağızda bulursa onun sahibini kahr ile cezalandırır.

(Din kardeşinin ardından hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyerek gıybet ediyorsun. Gıybet Kur'an'da kardeşinin etini yemek şeklinde anlatılmıştır.) Allah'ın kullarının gıybetinde bulunarak etlerini yiyorsun. Aklınızı başınıza alın. Ağzınızı koklayan Allah'tır, bu muayeneden doğrulardan başkası nasıl canını kurtarır?

Arkadaşları:

-Hayır, sen bizi açlıktan öldüreceksin. Önümüze ne çıkarsa avlarız, dediler. Ebu Abdullah:

-Öğüdümü dinleyin. Kalbiniz ve canınız belaya uğramasın. Ben söyleyeceğimi söyledim. Benden vebal gitti, dedi.

(Peygamber Efendimiz) Ben sizi pişmanlıktan kurtarmak için Hakk'ı bildirdim, sakın aç gözlülükle hırs yolunuzu vurmasın. Boğaz düşkünlüğü sizi alçaltmasın, anlamında insanları uyardı.

Nasihatçi dost bunları söyledikten sonra:

-Allah hayırlar versin, deyip aralarından ayrıldı.

Arkadaşları çevreye açılınca hemen küçük ve semiz bir fil yavrusu görüp üstüne azgın kurtlar gibi saldırdılar. Hayvancağızı hemen kesip tutuşturdukları dallarla pişirip yediler. Ellerini yıkayıp keyifle kenara çekildiler. Ebu Abdullah nasihat vermekle kalmayıp arkadaşlarının şen şakrak ısrarlarına rağmen fil yavrusundan yemedi. Hatta sonuna kadar yememeleri tavsiyesinde bulundu. 

Eski ve tecrübeli bir akıl sana yeni bir şans bağışlar. 

Fil yavrusunu iştahla yiyip ateşte ısınanlar yorgunluktan kıvrılıp yattılar. Ebu Abdullah yanlarında sürüyü bekleyen çoban gibi kaldı. 

Çok geçmeden ormanın içinden çalı çıtırtı ve hışırtıları arasından korkunç bir filin kendilerine doğru geldiğini gördü. Abdullah filin azametli ve dehşetli bakışları ile olduğu yerde donup kalmıştı. Fil önce bekçinin yani Ebu Abdullah'ın yanına geldi. Üç defa ağzını koklayıp etrafında dolaştıktan sonra ağzından fil kokusu alamayınca ona ilişmeden diğer uyuyan arkadaşlarına yaklaştı. Her birinin ağzını koklayıp yavrusunun kokusunu aldıkça onu tutup havalara atıyor, düşünce parça parça ederek öldürüyordu.

*

Ey rüşvet yiyen, sen fil yavrusu yiyorsun. Sana düşman olan fil öcünü alıp seni mahveder. 

Ağzındaki haram lokmanın kokusu hilekâr sahibini manen rezil eder.

Yemen'deki (Veysel Karani'nin) ilahi kokusunu Medine'den duyan Allah Resulü bendeki batıl kokuyu nasıl duymaz? 

Ey gafil sen uyursun fakat yediğin (işlediğin) haramın kokusu şu masmavi gökyüzüne yükselir. Hırs, kibir ve kötü arzuların kokusu söz söylerken soğan kokusu gibi duyulur.

Koca fil, yavrusunun intikamını korkunç bir şekilde aldıktan sonra tekrar Ebu Abdullah'ın yanına geldi korku ve dehşet içinde titreyen Ebu Abdullah'ı tutup sırtına aldı. Ormanın derinliklerinde gece boyu süren bir yolculuktan sonra, fil, sabahın ilk ışıkları ile onu bir kasabanın kenarına bıraktı. 

Ebu Abdullah'ı gören kasabalılar, onu misafir edip karnını doyurduktan sonra başından geçen macerayı dinlediler.

Her an canının bir parçası ölmektedir. Can verme zamanında imanını unutma, gözet. 

Ömrün bir altın torbası gibidir. Gece ile gündüz yani zaman ise altın sayıcılarıdır. Zaman sarrafı altınları sayıp yokluğu verir. Ömür torbası boşalıp hayatın nuru biter. 

Dağdan devamlı toprak alıp da yerine koymazsan koca dağ da bir gün tükenir. Öyleyse her nefeste Hakk'ı anmağı unutma. 

Kıymetli atlastan elbise giyenin şuuruna giydiğinin bir faydası var mı? Pahalı giyiminin altında üzüntü akrebi gönlüne çöreklenmiş. O dışı süslü adamın içi dertten inlerken şu eski-püsküler içindeki perişan görünüşlü adamın içi şen ve sözleri şeker gibi tatlıdır. (Şerh-i Mesnevi,c.9,s.21-41 / Mesnevi,c.3,s.6)

(Yaşar Çalışkan, Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)