DEFİNELER YIKIK YERLERDEDİR
Hilal, kötü huylarını tepeleyebilmiş ender insanlardandı. Mücevheri bırakıp taşa koştuğu görülmemişti. Gönlü yücelerde, ruhu aydın biriydi. İnançlı bir adamın hizmetinde, ahırında atlarına bakan bir seyisti. Görünüşte köle gibiydi ama mânâ âleminde padişahtı.
Bey, kölesinin mânevî yücelik ve olgunluğundan habersizdi. Ona şeytanın Adem'e baktığı gibi küçümseyerek bakıyordu. Toprağı görüyor fakat içinde gizli hazineyi göremiyordu. Din nuru da her göze görünmez. Biri minareyi görür, minaredeki kuşu göremez. İkincisi kuşu görür, kuşun ağzındaki tüyü göremez. Hak nuruyla bakan ikisini de görür.
Biri insanı süslenip bezenmiş çamurdan bir suret görür diğeri ilim ve hikmet kaynağı. Beden minaredir ilim ve ibadet kuşa benzer.
Hilal nasılsa hastalandı. Gittikçe zayıflamağa, eriyip tükenmeğe başladı. Allah Resulü vahiy yoluyla bundan haberdar oldu.
Hilal'in efendisi onu hor gördüğü için hastalığından habersiz gibiydi. Temiz gönüllü Hilal kimseden habersiz ahırda perişan vaziyette dokuz gün yattı. Adeta ölümle cedelleşti.
Peygamber Efendimiz, Cebrail vasıtasıyla, gönlü Hak ve Peygamber sevgisiyle dolu olan Hilal'in hastalığından haberdar oldu.
Allah Resulü yüce gönüllü Hilal'i görüp geçmiş olsun diyerek hatırını sormak için o tarafa yöneldi. Hazret-i Peygamberin yanında Sahabem yıldızlara benzer. Hangisine uyarsanız sizi doğru yola götürür diye anlattığı dostlarından bir kaçı da vardı.
Hilâl'in efendisine O padişah geldi diyerek Allah Resulü'nün geldiğini söylediler. Efendi, neşesinden çıldıracak şekilde yerinden fırladı. Padişahlar padişahının kendisi için geldiğini sanıp sevinçten ellerini çırptı. Peygamberin gelişini muştulayana canlar saçıyordu.
Allah Resûlü'nü görünce yeri öptü, selam verdi. Yüzü sevinçle gül gibi kızarmıştı:
-Buyurun evimizi şereflendirin de burası cennete dönsün, dedi.
Kâinatın Efendisi onu azarlar gibi:
-Ben seni görmeğe gelmedim, buyurunca Efendi:
-Ruhum sana fedâ olsun. Lütfedin bu geliş kimin için? Söyleyin de lütuf ve iyilik bağına dikilmiş bir fidan olan o zatın ayaklarına toprak olayım, dedi.
Peygamber Efendimiz:
-Göklerin Hilâl'i nerede? Kölelikte gizlenen o mana padişahı nerede? Sakın o bizim hizmetçi seyisimiz demek hatasına düşme. Bil ki defineler yıkık yerlerdedir. Hilal'in hastalığı ne durumda acep ? diye sordu. Bey:
-Hastalığından hiç haberim yok. Ama bir kaç gündür yanıma gelmedi. O atlarla, katırlarla meşgul olur, seyis olduğu için ahırda yatar, dedi.
Allah Resûlü, Hilâl'i görmek için ahıra girdi. Aramağa başladı. Ahır karanlık, pis ve berbattı. Hilâl, Yusuf'un kokusunu alan Yakup gibi Hazret-i Peygamber'in kokusunu aldı. Bu gübrelik içindeki güzel koku ile hastalık uykusundan uyandı. Kendi kendine Şu güzel koku nedir ki? dedi. Derken atların, katırların arasından adı güzel kendi güzel Muhammed'i sevgili Peygamberimizin nurlu yüzünü gördü. Ahırın karanlık köşesinden sürüne sürüne gelip Peygamber'in eline eteğine yüzünü gözünü sürdü. Allah Resulü onu sevgiyle kucaklayıp yüzünü yüzüne sürdü, başını, gözüne. Yüzünü şefkatle öptü:
-Ey arşın garibi, nasılsın, iyi misin? Dedi. Hilâl:
-Susuzluktan yanan birini serin sular başının üstünde taşırsa nasıl olur?
Kör ve pis bir köpek uykudan sıçrayıp kalkınca kendisini korkusuyla kılıçların okların kırıldığı bir aslan görse ne hale gelir?
Yılan gibi yüzüstü sürünüp giden bir körün gözü açılıp baharı bahçeyi görür hale gelse ne olur? Cevabını verdi.
Hilal aslında eksiksiz yaratılmıştı. Onun görünen noksanı dolunay haline gelmek ve kemale ermek içindi.
Suyun iyilik ve yardımı olmasa her an pislikleri kabul edip temizlemese vay onlara ümit bağlayanlara.
Sıkıntı yavaş yavaş açılır, gece karanlığının aydınlığa dönüşü gibi. Dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır. Yavaş yavaş kaynayan tencerenin yemeği lezzetli olur, delice kaynayandan hayır gelmez.
Su kabağı gibi fırlayıp yükselme, bil ki yeşil rengin tez sararır. Çünkü o renk aslında yok, iğreti bir boyadır. Kolay çıkan kolayca indirilir. (Mesnevi,c.6,s.91)
(Yaşar Çalışkan, Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)