UTANMAZLIK SAHTEKÂRLARA MAHSUSTUR
Çakalın biri gece avlanmağa çıktı. Köylülerin kümes hayvanlarına saldıracaktı. Köyün kenar evlerinden birinin önünde sinsice dolaşırken bir yağlı boya tenekesinin içine düştü. Tüyleri ve derisi parıl parıl boyandı. Sabah olup da güneş vurunca boyalı tüyleri pırıl pırıl ipek gibi parıltılı ve latif bir halde görününce kendini çok beğendi. Kendi kendine: Ben artık göklerin tavusu oldum. Yerim pek yüce diyerek gururlanmağa başladı. Güneş ışınları ile gökkuşağı gibi rengârenk görünen tüyleriyle kendini diğer çakallara gösterdi. Çakallar:
-Çakal kardeş bu ne hal? Sen bir neş'e veya sevince batmışsın. O coşkunlukla gururlu ve kibirli biri olmuşsun, dediler. Çakallardan biri iyice önüne yaklaşıp:
-Hey dost, hile mi yapıyorsun yoksa manevi olgunlukla salihlerden mi oldun? Kürsülere çıkıp konuşmak, boş lafla büyüklerden görünerek milleti kandırarak hileyle kendine bağlamak mı istiyorsun? Çok çalışıp uğraştığın halde hakiki aşka ulaşamayınca hile yoluna sapıp utanmazlığı ele mi aldın? Dedi.
Aşkla yanıp yakılmanın mânevî zevki peygamberlerle velilere, utanmazlık ise sahtekârlara mahsustur.
Gösteriş düşkünü, taklitçi alçaklar halkın meyil ve hürmetini kazanmak için biz salihlerden (doğrulardan) temiz insanlarız derler. Oysa tam aksinedir.
EŞSİZ ÂDEM İNCİSİ TOPRAKTA GİZLİDİR
Su sığırı veya su buzağısı denilen yaratık, içinde bulunduğu su veya denizin dibinden etrafına fosforlu ışık saçan bir taşı çıkarıp kıyıya koyar. O mücevherin aydınlığı ile otlayarak sümbül ve süsenleri yerdi. Kekik, nergis, nilüfer gibi hoş kokulu çiçeklerle beslediği için pisliği amber gibiydi.
Arı gibi gıdası Hakk'ın vahyi olan insanın evi nasıl olur da balla olmaz?
Su sığırı mücevherin şavkıyla otlayıp gezinirken mücevherden uzaklaştı. Onu gözetlemekte olan bir tüccar biraz çamur avuçlayıp mücevheri çamura bulayarak ışığını kararttı ve ağaçların arkasına sinlendi. Su sığırı işin farkına varıp onu süsmek, düşmanı boynuzlayarak haklamak için epeyce aradıysa da saklandığı yerden bulamadı. Dönüp dolaşıp iri mücevheri koyduğu noktaya geldi. Onu balçığa sıvalı görünce şeytanın imandan korkusu gibi balçıktan korktu.
Şeytan o toprağı (topraktan yaratılan insanı) anlamadıktan sonra, toprakta mücevher olduğunu öküz nereden anlayıp bilecek? Eşsiz Adem incisi toprakta gizlidir. Onu tüccar bilir ama öküz bilemez. İçinde mücevher gizli olan topraktaki mücevher öbür toprağın da sırrını söylemektedir. Allah'ın rahmet nurundan pay almamış olan toprak, inci ve mücevher dolu toprakların sohbetinden anlamaz. (Mesnevi, c.6,s.231)
(Yaşar Çalışkan, Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)