ŞERH-İ MESNEVİ ÇAĞLAYANINDAN İBRETLER  -26

KİLİM DEĞİL TOZU DÖVÜLÜR

 

Tirmiz şehrinin başkent olduğu yıllardı. Peygamberimizin sevgili kızı Fatıma ve Hazret-i Ali soyundan Seyit isimli biri Tirmiz'de padişahtı.

Padişahların devlet işinden yoruldukları zaman hoş sohbet ve nükteleri ile dinlendikleri birer nedimi, başka bir deyişle maskara veya soytarıları vardı. Seyit'in maskarası, ünü köyden şehre her tarafa yayılmış akıllı ve şakacı Delkak'tı.

Padişah'ın Semerkant'ta önemli bir işi çıktı. Bu işi derhal yapıp gelecek bir adam aradı: “Gece gündüz durup dinlenmeden beş günde gidip gelecek ve istenilen haberi getirecek olana yüzlerce altın vereceğim” diyerek dellaller tutup şehirde dolaştırdı.

Bu sırada Delkak köydeydi. Şehirden gelenlerden Padişahın vaadini duyunca hemen boz eşeğine binip Tirmiz'e doğru koşturmağa başladı. Karnını tepe tepe, boynunu dürte dürte öyle koşturuyordu ki zavallı eşek dayanamayıp sakatlandı. Ata bindi at çatladı.

Delkak'ın aceleci tavrı suya atılan taşın halkaları gibi her yana yayıldı. Halk korku ve telaşa düşmüş, bir bela mı geliyor, bir felaketten mi kaçıyor diyerek vehimli hayallere düşüyordu. Şehrin tanınmışları ürküp dehşete kapıldı. Herkes:

-Delkak'a ne oldu? Köyden kalkıp alelacele yollara düştü. Yoksa üzerimize canlara kasdeden düşman sürüsü mü geliyor? Diyorlardı.

Delkak, nihayet, üstü başı yol tozlarına bulanmış olarak Tirmiz'e geldi:

-Hemen Padişah'ın huzuruna girmek isterim, dedi. Fısıltı dalga dalga yayıldı. Padişah ve şehrin ileri gelenleri evhamla telaşa düştü. Aceleciliğine şaşırıp kendisine bir şey sormağa yeltenenlere o ekşi yüzlü Delkak yüzünü buruşturup parmağını ağzına götürerek “Sus konuşma!” işareti veriyordu. Bu hareket halkın merakını iyice alevlendiriyordu.

Padişah bekletmeden huzuruna kabul etti. Delkak, padişahın eteklerini öptü. Padişah hayretle:

-Ne oldu, ne oluyor yahu? Dedi. Delkak:

-Ey iyilik sahibi, cömert Padişahım. Az bekleyin bir nefes alayım. Hele aklım başıma bir gelsin, deyince Padişahın vehmi ve zannı ziyadesiyle arttı. Ağzının tadı bozuldu. Tüyleri diken diken oldu. Delkak'ı hiç böyle görmemişti. Güzel sözler söyleyen hoş şakalar yapan, Delkak'tan iyi nedimi yoktu. O kendini nükteleri ile eğlendirir, fıkraları ile güldürdü. Bugünse beti benzi sapsarı, parmağını dudağına tutup “Padişahım sus” diyordu. Sultanın vehmi arttı, merakı zapt edilmez oldu:

-Delkak, çabuk söyle, ne var? Niçin bu kadar perişansın? Diye sordu. Delkak cevap verdi:

-Sultanım, köyde caddelerde tellallar dolaştırarak “Üç günde Semerkant'a gidip gelecek adama hazineler bağışlayacağım,” diye bağırttığınızı duydum. Koşa koşa acele geldim. Bende bu güç ve kudret olmadığını haber vereyim, dedim. Kusura bakmayın, bunu benden ummayın, ben gidemem dedi. Padişah şaşırmıştı:

-Hay canı çıkmayasıca. Halkı velveleye verip, şehre korku saldın. Bunun için otu, otlağı ateşe verdin, dedi. Senin sözlerin kerameti kendinden menkul sahte şeyhlere, kendi kendine gelin güveyi olan aldatıcı önderlere benziyor. Kını gösterip kılıcı gizliyorsun. Cevizi kırmadıkça ne içi meydana çıkar, ne yağı.

Vezir söz isteyip araya girdi:

-Doğruluklara direk ve dayanak olan sultanım, Böylelerinin saçma laflarına kulak asma, yüzlerine bak. Cenab-ı Hak “Niyetleri gözlerinde görünüp durur” dedi. Çünkü yüz içteki sırların aynasıdır. Testide ne varsa dışına o sızar. Baldan bal, sirkeden sirke.

Delkak, kendisi için iyilik düşünmediklerini anlayarak:

-Bu yoksulun kanına girmeyin, dedi. Gönle doğan her vehim doğru değildir. Fakire yapılan sitem yakışmaz. Kendini incitenlere bile kötülük yapmayan bir padişah nasıl olur da her zaman kendini güldürene kötülük yapabilir? Dedi.

Padişah, vezirin kapalı cümlelerle Delkak'ın cezalandırılması istediğine hak vererek adamlarına:

-Delkak'ı zindana götürün. İkiyüzlü maskaralıklarına aldanmayın, dedi. Biraz canını yakın da zoru neymiş içindekileri döksün.

Doğru ve güzel söz gönüllere huzur verir. Gönüller yalan sözle ferahlamaz. Yalan çör – çöpe, gönül ağıza benzer. Ağızdaki en küçük kırıntı rahatsızlık verir, dil onu dışarı atana kadar çabalar.

Delkak:

-Padişahım, sakin olun. Bana işkence vermede niçin bu kadar acelecisin? Elinizdeyim, kuş değilim ki uçup kaçayım. Şahsî öfke ve hınçla verilen cezada sabırsızlık ve acele vardır. Hakk'ın yerini bulması için verilecek cezada acelecilik doğru değildir. İnsan kaza ve kadere razı olursa öç alma zevk ve çılgınlığından vazgeçer. İştah ve yemek varsa ağır ağır yemek daha iyidir. Benim belamı defetmek için gediği tıkamak istiyorsun, kaza ve kaderin gedikleri hesaba sığmaz.Belayı def etmenin çaresi sitem ve ceza değil; iyilik, af ve insanlıktır. Sevgili Peygamberimiz: Sadaka belayı def eder, buyurdu. Yiğidim, hastalığını sadakayla tedavi et.

Padişah şu karşılığı verdi:

-Hayır yerinde yapılırsa iyidir. Dinde iyilik de var, ceza da. Padişah tahtta oturur, at ahıra bağlanır.Adalet nedir? Bir şeyi layık olduğu yere koymak. Zulüm nedir? Layık olmadığı yere koymak. Fakire vaktinde bir sille vur da boynu vurulmaktan kurtulsun. Aslında dayak kötü huyadır. Kilim değil tozu dövülür. İyilerin yeri dostlarla ziyafet sofrası, kötülerin zindan.

Delkak, yalvarmağa başladı:

-Beni bırak demiyorum, kötü anlaşılacak ne demişim araştırın. Sabır yolunu kapamadan bir kaç gün düşün. İyi insanlara danış. Sevgili Peygamberimiz“Onlar işlerini danışarak yapar.” Buyurdu. Danışıp görüşerek yapılan işlerde yanılgı azdır. Akıllar ışıklı kandillere benzerler yiğirmi kandil bir kandilden çok fazla aydınlık verir. Topluluklarda peygamber aklına benzer bir akıl ara. Peygamberin asıl mirası budur. Önü ve sonu gören akıldır. Gözü görmesini bilen gözler arasında ara.Allah kıbleyi gösterdikten sonra kıble aramak boşunadır. Allah'ın kıblesinden habersiz olanlar her sapıklığı kıble edinip maskara olurlar.

Hakk'ın iyilik hazinesinden elde etmek niyetindeysen seninle aynı dertte olanlardan bir nefes ayrılma. (Mesnevi,c.6,s.198)

 

(Yaşar Çalışkan,  Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)