Srebrenitsa Katliamı’nın büyük bir insanlık suçu olduğunu kaydeden Türegün, “Bosna’da Sırplar soykırım yapmıştır. O dönemin başlarında Bosna ordusunu daha yeni kuruyordu. Afgan cephesinden mücahitlerin gelişinden sonra biz Boşnakça adı Sedmi Müslümanski Brigade olan 7. Müslüman Tugayını kurduk. Yabancı Müslümanların desteğiyle kurulan bu Tugay Orta Bosna’ya hâkim oldu. İçinde Bosna’daki Medrese talebeleri ve eğitmenleri de vardı. Bosna Hersek resmi ordusuna bağlı olan bu Tugay’a Aliya İzzetbegoviç üstün başarısından ötürü sancak vermişti. Merhum lider Aliya ile çok görüşmemiz oldu, birçok cephe gerisi toplantıda karşılaştık ama birebir gelişen bir diyaloğumuz olmadı. Ben bir bacağımın protez olması sebebiyle cephede ateş hattında değil de Genel Kurmay Lojistik Sorumlusu Hacı Halit Çengiç ile irtibatlı çalışmalar yapıyordum. Travnik Birliği Komutanı Ahmet Adiloviç ve Kakani Bölge Komutanı Süleyman Çelikoviç benim sıkça irtibatlı olduğum isimlerdi” dedi.

‘MÜSLÜMANLARI TÜRK OLARAK GÖRÜYORLARDI’

Türkiye’nin o dönem Bosna’ya Mazlum-Der öncülüğünde orduya ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla destek verdiğini dile getiren Türegün, “Mesela Türkiye’den toplanan maddi yardımları, Mazlum-Der’in organize ettiği kıyafet, ayakkabı, Elif Ba cüzü ve ameliyat malzemelerini uçaklarla götürüyorduk. Hırvat ve Sloven uçakları o dönemde bize yardımcı oluyordu. Konya’da 1992’de toplanan meşhur yardımın da başlangıcını ben yapmıştım ama daha sonra o yardımlar başkaları vasıtasıyla Bosna’ya ulaştırıldı. Ben Bosna’nın adını Afgan cephesinde işimiz bitinceye kadar duymamıştım. Müslümanlar zor durumdaymış, diye duyunca gittim. Biz gittiğimizde Boşnaklarla Hırvatlar arasında sorun görünmüyor, hatta bazı yerlerde Sırplara karşı beraber savaşıyorlardı. Sonra Hırvatlarla Boşnakların aralarında da sorun ortaya çıktı. Biz bunun sebeplerini çözecek durumda değildik. Ancak savaşın birinci sebebi Boşnakların Müslüman olmasıydı. Dünyada bir gerçek vardır; gerek Hristiyanlar, gerekse Yahudiler, bütün Müslümanları Türk olarak görürler. Onların gözünde Türk isen Müslüman, Müslüman isen Türk’sündür” diye konuştu.

‘BM VE NATO SADECE SEYRETİ’

Savaşta casusların olduğunu anlatan Türegün, “Casuslar çok önemli kişilerdir, nerede hangi kimlikte olduğunu herkes anlayamaz. Bosna’da seyahatlerimiz sırasında birçok casus tespit ettik. Bunlar savaşın tarafı olan Boşnak, Hırvat ya da Sırp değil; İngiliz, Alman, Amerikan, Fransız ve daha başka milletlerin ajanlarıydı. Birçoğu da basın kartıyla dolaşıyordu. Galiba gazetecilik, casuslar için kolay hareket imkânı sağlayan bir meslektir. Bir kere şunu ısrarla vurgulamak isterim; Sırpların Boşnak Müslümanlara düşmanlığı Müslüman olmalarındandır. Her Boşnak Müslüman Sırpların gözünde Türk’tür. Bosna’da olan hadise savaş ya da katliam değil Boşnaklara uygulanan soykırımdır. Bu süreçte Avrupalı faşist Hıristiyanların her türlü vandallığını görmek mümkündür. Sırpların bu katliamı yapacak kadar cesur ya da ‘akıl, irade sahibi’ olduğunu sanmıyorum. Bu katliam bir üst aklın organizesi idi ve Sırplar buna tetikçilik yaptı. Bunun en belirgin örneği Srebrenitsa’da uygulanan dehşet verici soykırıma seyirci kalan Hollandalı sözde asker üniformalı katil işbirlikçiler ile Birleşmiş Milletler ve NATO’dur. Sırplar Müslümanları topluca öldürürken onlar seyretti. Ama o katillerin bir hesabı olduğu gibi Yüce Yaratanımız Allah’ın da bir hesabı vardı ve soykırımı istedikleri gibi gerçekleştiremediler. Her türlü işkenceye, zulme ve cinayete rağmen Müslüman Boşnaklar yine var oldu” şeklinde konuştu.

‘MÜSLÜMANLARA SÜREKLİ İŞGENCE YAPTILAR’

Sırpların haksız yere Bosna halkına işkence yaptığına dikkat çeken Türegün, “Sırplar Srebrenitsa’da öyle vahşice tavır sergilediler ki, bırakın yaşamayı, anlatmak bile tüyler ürpertiyor. Canlı insanların vücutlarına, başlarına vahşice kasaturalarla haç işaretleri çizdiler. Ateşte kızgınlaştırdıkları demirlerle canlı canlı insanların gözlerini oydular. Ellerini, ayaklarını bağladıkları Müslümanların vücutlarını azar azar keserek, işkencelere tabi tutarak, özellikle de şehadet parmaklarını kesmekle başlayarak şehit ettiler. Aç-susuz bırakmaları bir yana, her türlü işkence, zulüm, katliam ve tecavüz Batılı Askeri güçlerin seyri ve güvencesi altında yapıldı. Ruslar ne ise Sırplar da odur. Tarih Yunanlıların ve Ermenilerin de aynı vahşi katil ruhuna ve sapıklığına şahit değil midir? Avrupalılar, gittikleri her yere kan ve gözyaşından başka hiçbir şey götürmemiştir. Bosna’da Sırpların bir diğer büyük destekçisi de Fransız üniformalı teröristlerdi. Dünyaya şöyle bir baktığımızda Ruanda, Arakan, Bosna, Filistin, Suriye, Afganistan, Irak, Azerbaycan ümmetin kanayan yaralarıdır. Buralarda katillerin üniforması, amblemi farklı olsa da ölen-ağlayan hep Müslümanlardır” ifadelerini kullandı.

‘FETİH GİDEREK BÜYÜDÜ’

Cephede gönüllü olarak savaşan Türegün, Bosna’da Müslümanların sonunda büyük bir zafer kazandığına işaret ederek, “Voziçe diye Sırpların kontrolünde olan bir şehir vardı. Hatta “Türkler Voziçe’yi geçerse Moskova’ya kadar varırlar” diye yaygın bir Sırp inanışı da vardı. Voziçe’nin düşmesinden tüm Avrupa korkmaya başladı. Onlar için kırmızı çizgi Voziçe idi. 1995’de Müslümanlar Voziçe’ye harekât başlattığında şehirdekiler direniş gösteremedi ve bahar ayılarında fetih gerçekleşmiş oldu. Hakikaten Voziçe düştükten sonra diğer şehirlerde de Sırpların morali kırıldı. Boşnaklar her yere hâkim olmaya başladı, fetih giderek büyüdü. Voziçe düştükten sonra fetihler durdurulamaz şekilde ilerliyordu ki Amerika devreye girdi. Merhum Aliya’ya çok büyük baskılar yaparak 14 Aralık 1995’de Dayton anlaşmasına zorladılar. Dayton’un 1.maddesi “Yabancı mücahitlerin sınır dışı edilmesi” idi. Yani Amerika Bosna’dan önce bizi çıkarmayı şart koştu. Aliya “Bir zehir içercesine bu imzayı atıyorum” diyerek, anlaşmaya olan bakış açısını ortaya koymuştu. Memnun değildi ama mecburdu” şeklinde görüş belirtti.

‘ERBAKAN HOCA KURTULMUŞ’A GÖREV VERDİ’

Dayton anlaşmasından bahseden Türegün, “Dayton Antlaşmasından sonra biz Bosna’yı terk etmek zorunda kalsak da Bosna’nın gelişmesi kalkınması için çalışmayı sürdürdük. Kombassan Holding ile görüşerek bir ithalat ihracat firması kurulmasını sağladık. Holding bir de süt fabrikası satın aldı. Ben ve arkadaşlarım bu faaliyetlerin gelişmesini sağladık ama Kombassan’dan bir kuruş almadık. 28 Şubat baskılarında Kombassan’ın ticari faaliyetleri sıkıntıya girince ithalat ihracat şirketini kapattı, süt fabrikasına da Alman ortak aldı. Süt Fabrikası halen faaliyettedir. Daha sonra Konya’daki arkadaşlarıma inançlı gençler Türkiye’de üniversitelere alınmıyor. Bosna’da bir üniversite kuralım ve Türkiye’de okuyamayan çocukları orada okutalım diye bir öneride bulundum. Arkadaşlar teklifimi beğenerek, işi organize etmemiz ve ön hazırlık yapmamız için bize maddi destek sağladılar. Beraberimde İstanbul’dan ve Konya’dan iki arkadaşımla Bosna’ya gidip üniversitenin altyapısını oluşturduk. Teorik olarak üniversiteyi kurduk ama fiiliyata geçirmeye paramız yetmedi. Daha sonra Aliya İzzetbegoviç bir görüşmesinde merhum Erbakan’a bizim ön çalışmasını yaptığımız üniversitenin akıbetini sormuş. Erbakan’da o dönem İstanbul İl Başkanı olan Numan Kurtulmuş’a Bosna’daki üniversiteyi faaliyete geçirme görevi verdi. Bizim başlattığımız çalışmayı Kurtulmuş ‘bir vakıf kurarak’ tamama erdirdi ve üniversite eğitime başladı” dedi.

‘PROTEZ BACAĞIMLA YİNE CEPHEYE KOŞARDIM’

Farklı cephelerde ki izlenimlerini paylaşan Türegün, “Filistin’e inceleme için gittim; burada durum farklı. Ülkede savaştan önce gündelik hayatın devamlılığı var. Herkesin bir, ailesi, işi var. Savaşa yoğunlaşma bu şekilde söz konusu değil. Çünkü çalışıp para kazanarak evinizi geçindirmek, hatta önce ailenizi korumak, kollamak zorundasınız. Oysa Afganistan’da mücahitler dağlarda, mağaralarda yatıp kalkıyordu. Keza Bosna’da da halk tamamen savaşa odaklanmıştı. 2012 senesinde yanıma oğlum Muhammed Yasin’i de alarak bir grup arkadaşımla Gazze’ye gittim. Hepimizin niyeti ön tespit yapıp, Filistin’e yerleşerek mücadeleye katılmaktı. Fakat ev kiraları bizim karşılayamayacağımız kadar yüksekti. Belki onlar için normaldi ama bizim imkânlarımızı aşıyordu. Bir de kendi aralarında mücadele ruhuna aykırı düşen iç çekişmeler vardı. Sonuçta nasip değilmiş, Türkiye’mize geri döndük. Biz Gazze’ye yerleşmiş olsaydık, çoluk çocuğumuzun yanında evde oturacak değildik. Protez bacağımla ben yine cihat için cepheden cepheye koşardım. Suriye için de faaliyetlerimiz oldu. Ancak devam ettirecek ortam ve imkân olmayınca geri çekildik” diyerek düşüncelerini aktardı.

‘TÜRKİYE İSLAM DÜNYASI’NI TOPLAMALI’

Türkiye’nin İslam Dünyası’nın lideri olması gerektiğini aktaran Türegün, huzur için bunun şart olduğunu kaydederek sözlerini şöyle sürdürdü. “İslam âlemin huzur bulması için olmazsa olmaz iki şart var. Birincisi, Türkiye İslam Dünyasının Lideri olmak zorundadır. İkincisi ise İslam Dünyasını bir çatı altında toplayacak olan hilafettir. Ben yıllarca mermilere karşı cephelerde savaştım, kurşun yedim. Kanım aktı, bacağım koptu. Ama benim verdiğim mücadele Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki bir ‘One minute’ sözünün yanında denizde bir katre gibidir. Cumhurbaşkanımızın o sözü büyük bir cihat ve büyük bir zaferdir. Şahsen benim bütün cihatlarımdan çok daha kıymetliydi” diyerek sözlerini tamamladı.

SAMET AKTAŞ

PAZARTESİ GÜNÜ: 17 AĞUSTOS 1999 MARMARA DEPREMİ


Editör: TE Bilişim