Anlatmak, okumak, dinlemek, yazmak…

Birbirinden kıymetli bu vecizeler insan hayatını büyük ölçüde etkiliyor. Hepsinin özünde ise paylaşmak yatıyor. Mutluluğu, sevgiyi, hüznü… Ben başlarda kendimi anlatmakta çok zorluk çektim. Konuşmaya başlamamla birlikte yaşlar gözümden süzülür kendimi ifade etmeme izin vermezdi. Uzunca bir süre derdimi anlatamadım kimselere. Sessiz bir çocukluk geçirdim. Zaman anlatmak istediklerimi düşünerek geçti. Çok düşünmek ruhumu sıkıntıya boğmuş olacak ki stresle baş etmeyi öğrenmem gerekti.

İşte tam o sırada imdadıma kitaplar yetişti. Lise yıllarında sayısız kitap okumaya başladım. Kitap okumak bana soluk aldırıyordu. Kendi düşüncelerimden uzaklaşıp karakterlerin hayatına odaklanıyor; huzuru sayfalarda arıyordum. Öyle çok kitap okudum ki okul sıralarında, otobüslerde, teneffüslerde, uyumadan önce, sinirliyken, mutluyken neredeyse günde bir kitap bitirip yenisine başlıyordum. Kitaplardan uyarlanan filmleri izliyor, dönüp bir de kitabını okuyordum. Daha sonra yazar seçmeye başladım. Sevdiğim yazarlar, sevdiğim konular belirginleşmeye başladı. Yaşım itibariyle akıcı olay örgüsü olan romanları tercih ediyordum. Seri kitaplara ilgim her zaman daha fazlaydı. Zamanla kitap okumak bir alışkanlık haline geldi ve okumasam da yanımda mutlaka bir kitap taşımaya başladım. Haliyle edebiyata ilgim yüksekti ve üniversite tercihlerimde duygusal davranarak sıralama hatası yaptım. Okuldan sonra boşa çıktığım o dönem önceki yıllarda da ara ara tuttuğum günlüklere ağırlık verdim. Yaşadıkça yazdım, ağladıkça, güldükçe… Şimdi açıp okuduğumda iyi ki yazmışım diyorum o yaşlardaki ben neler hissediyordu şimdi nasıl hissediyor kolaylıkla görebiliyorum.

İletişim kurmanın en temel ihtiyacının dinlemek olduğunu yürekten hissettiğim bir dönemde ise Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünü kazandım. Aslında dolaylı yoldan da olsa beni istediğim kapıya çıkaran bir meslek seçmiştim. İletişim kurmanın temeline iniyor, işin tekniğini öğreniyorduk. Okul bittikten sonra yapabileceklerimi değerlendiriyor bir plan çizmeye çalışıyordum ki; Medya Okuryazarlığı dersi verebileceğimi öğrendim. Büyük bir hevesle formasyon eğitimi almaya başladım. Eğitim aşaması bitip iş uygulamaya geldiğinde stajımı şans eseri bir Fen Lisesi’nde edebiyat sınıfında tamamladım. Kader beni bir çemberin etrafında hep aynı noktaya getiriyordu.

Tam üniversite bitiyor biraz dinlenmenin vakti geldi derken üniversite arkadaşlarımdan yeni çıkacak online bir dergi için editörlük teklifi aldım. Geri çeviremeyecek kadar bana göre bir teklifti, severek kabul ettim. Kurucu üyesi olduğum ve birçok aşamasında yer aldığım İskelet Dergisi bana çok şey öğretti. Sayısız yazarla tanıştım, hepsinin ilk okuyucusu ben oldum. Birçok yazı kaleme aldım. Kendimi anlatma olanağı buldum. Başlarken derin bir nefes çekmiştim ve hala bırakmadım.

Konya’ya döndüğümde kısa bir alışma sürecinden sonra hemen iş aramaya koyuldum. Aradığım nitelikte iş bulmak kolay olmadı geçici bir süreliğine e-ticaretle uğraştım. Bir süre ara verdikten sonra kendimi SUN TV bünyesinde çalışırken buldum. Konya basınını Telgraf Gazetesi’nde tanıdım. Gazete kapanıp yolum Yenigün’le kesişinceye kadarki süre beni tam da bugüne hazırladı. İki yıla yakın süredir Yenigün Gazetesi’ndeyim ama okuyucularla ilk defa buluşuyorum. Yazmak benim için bulunmaz bir nimet. Konya’ya seslenecek olmaksa ayrı bir duygu. Kısaca kendimden bahsettiğim bu yazı ileride okuyacak olduğunuz satırlara bir referans olsun. Kelimelerimin arkası asla boş değil. Sizler okudukça ben de dolu dolu bir hevesle yazmaya devam edeceğim.