Avukatlık Kanunu külliyen değiştiriliyor. En mühim değişikliği mevzu edeceğiz; avukatlık şirketlerinin önünün açılması meselesini.
Bütün dünyada yürüyen işler neyi imha etmek istiyor? İmha ettiğinin yerine neyi tesis etmek istiyor? Bu soruların cevapları hususunda bir bilinç ve malumat sahibi olunmadığı için başımıza gelen şeyin bir mücazat mı, bir mükâfat mı olduğu da fark edilemiyor. Avukatlık şirketlerinin önünün açılmasının "yaşasın süper market, bakkal amca güle güle " manası taşıdığını kim söyleyecek?
"Her şey satın alınabilir, herkesin bir ederi vardır" esasıyla çalışan dünya sistemi sadece paranın kıymetli olduğu bir düzen istiyor. Paranın yerini kısmen de olsa alabilecek hiçbir kıymet istemiyor. Bu manada en büyük düşmanı din ve milliyet aidiyeti. Bu aidiyetler 'para değil, şu değerlidir' dedikleri için imha edilmeye müstahak görülüyor. Paranın geçerli olduğu bir düzen sadece milliyet ve din aidiyetinden rahatsız olmuyor. 'Para önemlidir ancak mesleğim daha önemlidir' diyen bir mesleki aidiyet ve bu aidiyetten duyulan yüksek his de düşman kabul ediliyor. 'Ben bir hukukçuyum' diyen bir kişi 'bir hukukçuya yakışmaz' diyerek çok para getirecek ancak haysiyet kırıcı bir işi kabul etmeyebilir.
Kıymetli olanın geçerli olduğu değil, geçerli olanın kıymetli olduğu bu düzende para, kendisine ortak olma iddiasında veya kendini inkâr eden her türlü kimliği, mensubiyeti, aidiyeti yok edilmesi gereken düşmanlar olarak görüyor.
Düstur şu "her türlü değer ticarete konu edilebilir olmalıdır." Ticari değeri olmayan bir davayı sırf mesleki vazife gereği takip edip hukukçuluk vasfının yükseltilmesi yönündeki faaliyet insani bir faaliyet olabilir. Ancak bu ticari bir faaliyet değildir. Bu vaziyeti sair meslekler için de teşmil edebiliriz. "Ben bir hekimim. Para sonraki meseledir, mühim olan mesleğimizi hakkıyla icra edebilmektir" dediğiniz anda paranın işlemediği bir alan, bir boşluk oluşturmuşsunuz demektir. "Ben gazeteciyim, kimsenin yancısı değilim" dediğiniz zaman paranın hâkim olduğu işleyiş buna çok bozulacaktır. "Ben bir öğretmenim. Tamam, para kazanmalıyız. Ancak bir öğretmene layık olmayan bir muameleyi asla kabul edemem. Kaç para verirseniz verin, ben böyle bir işi yapamam" dediğiniz anda kapitalizm orada bir boşlukla karşılaşacak demektir. Halk arasında ben esnaf adamım böyle şey yapmam sözünü hatırlayınız.
Bugün titizlikle uzak durmamız gereken şey suyu çıkarılmış ideolojiler değil. Bu gün itibariyle çileye girmek demek paranın dışında da bir değer (din, milliyet, vatan, meslek, meşrep vs) olduğunu halen gösterebilmek demektir. Yaptığımız iş ne olursa olsun işimizi öncelikle o iş için yaptığımız zaman yani parayı ikinci plana attığımız zaman kapitalist işleyiş bizim bulunduğumuz alanda tökezleyecektir. İşte o zaman çileye girmiş oluruz. Çileden çıkmaya biz Türkler iyi gözle bakmayız.
Kapitalist sistem sermayenin terakümü ve temerküzü esasıyla çalışıyor. Sermaye bir yerde büyük miktarlarda toplanmadıkça sistem işlemiyor. Şirketleşme yolunda atılan bu adım burada kalmayacak. Tam anlamıyla bir sermaye şirketine dönüşmesi ve yabancı ortakların bu alana yatırım yapabilir hale getirilmesi bundan sonraki safha. Bunu görmemek için ne olmak lazım bilmiyorum.
Başımıza gelen hadisenin kötüden iyiye gittiğini düşünenlerle, iyiden kötüye gittiğini düşünenler aynı derekededirler. Doğru teşhis; başımıza gelenin kötüden betere doğru bir seyir halinde olduğudur. Önceki Avukatlık Kanunu iyi miydi? Peki, yenisi ile hangi yüksek mesleki faaliyet amaçlanıyor? Yenisi öncekinden daha beter bir hukuk düzeninin inşasını amaçlıyor. Ha, böyle bir saik hükümeti idare ediyormuş görüntüsü vermesine izin verilen partinin saiki mi? Asla. Şuurla hareket eden ve Türkiye'de para dışında hiçbir şeyin kıymetli kalmaması işini ilmek ilmek dokuyan, santim santim hesaplayıp adım attıran bir kuvvet var. Bu kuvveti bütünüyle yasama, yürütme, yargı denilen kurumlar içinde ararsanız boşuna yorulursunuz.
Borçlar Kanununu, Medeni Kanun, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununu, Ticaret Kanununu, Ceza Kanunu kimler tarafından, ne için değiştirilmiş ise Avukatlık Kanunu da yine onlar tarafından tepeden tırnağa değiştiriliyor ve avukatlık mesleği emtialaştırılma yoluna sokulmuş oluyor. Özel hastanelerin, hekimleri birer meslek erbabı olmaktan çıkarıp vasıfsız ama paralı patronların işçisi durumuna düşürmesi gibi! Özel okul ve dershanelerin, cemiyetin her sahasında saygı duyulan bir hoca, bir muallim olan öğretmenlerin patronlar nazarında haftanın yedi günü çalışan birer hizmetli olarak görülmesi gibi.
Ne için çıkarıldığının hangi siyasi, felsefi yeniliği getirdiğinin akademisyenler ve tatbikatçılar tarafından hala anlaşılamamış olan yeni Ticaret Kanunu'nu hükümet ve muhalefete mensup milletvekilleri alel acele, el ele verip iki gecede meclisten geçirmişlerdi. Yeni Ticaret Kanunu ile ne geldi, ne gitti? Bunun cevabını ne AKP'li, ne CHP'li, ne de MHP'li milletvekilleri biliyor. BDP'lilerin diğerlerine göre daha bilinçle hareket ettiklerini söyleyebiliriz.
Acaba bu yeni Avukatlık Kanunu Taslağını "Türkiye'yi sattırmayız. Hükümet, sermayenin keyfi için her şeyi satıyor" gibi mırıldanmalar da yapan 'ulusalcı'ların işi mi? Bu taslak 'ulusalcı kanattan' olduğu söylenen Barolar Birliğinin tesiriyle mi hazırlandı? Yoksa 'gizli İslamcı' olduğu daha önce vaizlik de yaptığı söylenen 'dindar-muhafazakar' adalet bakanımız mı asıl fail? Yoksa bu kanun taslağını hazırlayanlar paralelci mi? Kumpasçılar mı yoksa?...
Anlaşılıyor ki, para mevzubahis ise gerisi teferruat. Dünyanın her yerinde işleyişini sürdüren serbest piyasa tanrısının buyruğu söz konusu ise iktidar, muhalefet, ulusalcı, liberal, bölücü, bütüncü, paralel-maralel vız geliyor, tırıs gidiyor.
Millet hayatının imhası, kazınması ile yerine tüketim toplumunun inşası meselesindeki faaliyet hummalı. Bu faaliyetin münfaili mevkiindeki halk da "bu gidiş kaçınılmaz o halde işin tadını çıkaralım" havasında.
Mustafa DEVECİ
23 Cemaziyel Ahir 1435