Ülkenin her taşının altından Paralel Yapı çıkıyor. İpin ucu iyice kaçırılmış, geride kalan 12 yıl içerisinde ülke içerisinde meşru hükümet dışında başka yapılanmalar da olmuş. Ancak bu yapılanma ya gerçekten görülmemiş ya da çıkarlar örtüştüğü için görülmezden gelinmiş.

Geçen yıl 17 Aralık'ta patlayan rüşvet ve yolsuzluk iddiaları ile tanıştığımız PARALEL YAPI sözcüğü ile sıkça karşılaşmaya başladık. Fakat bu ifade o kadar muğlak ki gerçekte paralel yapının hangisi olduğunu anlamakta zorlanıyoruz.

Yolsuzluk ve rüşvet dosyalarını açıklayarak ülkede dönen para trafiğini kamuoyuna açıklayan Cemaat, o güne kadar kanka olduğu hükümet tarafından düşman ilan edildi ve paralel yapı suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Ve bu savaş halen sürüyor. Savaş ayetler ve hadisler aracılığı ile sürdürüldüğü için Sıffin Savaşından ağzı yanan ve ders çıkarmış olan MÜMİNLER bu savaşın dışında kalmaya gayret gösteriyorlar.

Bu paralel yapının dışında başka bir paralel yapılanma daha var ki hükümet ile cemaat arasında tarafsız kalma gayreti içerisinde olan müminleri fazlasıyla endişelendiriyor. Bu paralel yapılanma halkının yüzde 99'u Müslüman olan ve dindarlık anlayışı batı illerine göre daha muhafazakâr olan Güneydoğu Anadolu Bölgemizde faaliyet gösteriyor.

Marksist bir terör örgütü olan ve dini, toplumu uyuşturan bir afyon olarak gören bu terör örgütü hangi hakla ve yetki ile olduğunu bilmediğimiz bir pervasızlıkla bu bölgenin insanını asıl gövdeden koparma gayreti içerisinde. Bu durumun asıl şaşırtıcı tarafı ise bu MARKSİST ve ATEİST terör örgütü, ülkeyi yöneten hükümet tarafından muhatap kabul ediliyor ve çözüm süreci adı altında bir çözülme süreci başlatılıyor.

Geçen günlerde bu terör örgütü TÜRKİYE CUMHURİYETİ sınırları içerisinde yer alan Cizre'de bir mahalleyi toptan yakmaya kalkıştı. Bu mahallede ikamet eden vatandaşlar örgüte yandaş olmayı reddetmişler! Ancak bölgede faaliyet gösteren ve İslami kimlik taşıdığı iddia edilen bir başka örgüte sempati duyuyorlarmış! Bunu hazmedemeyen Marksist ve Ateist terör örgütü, halen TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLARI OLAN BU İNSANLARI cezalandırma yoluna gidiyor. Mahalleyi ateşe veriyor ve üç vatandaşın kanına giriyor.

Ülke sınırları içerisinde yaşayan bütün vatandaşların can ve mal güvenliğinden sorumlu hükümet, sanki olaylar başka bir ülkede oluyormuş gibi sessiz kalıyor. Sanki biz başka ülkelerin iç işlerine karışmayız havası içerisinde. Suriye'de diktatör Esad yönetimine karşı çıkan hükümet, kendi vatandaşını başka bir diktatör özentisi bir terör örgütüne teslim etmede bir beis görmüyor gibi davranıyor.

Güneydoğu Anadolu bölgesinde iki paralel yapı iktidar mücadelesi veriyor, iktidarı elinde tutan güç ise başka bir paralel yapı ile mücadele için bütün dikkatini tek noktada toplamış, cemaati yok etmek için bütün gücünü seferber etmiş. Beyler! Unutmayalım bu dünyanın bir de öbür tarafı var. Yaptığınız her eylem  ya sevap olarak ya da günah olarak mutlaka karşınıza çıkacak. Rüşvet almadık, o paralar polis tarafından konuldu diyorsunuz, paraların iade edilmesini kabul edip hem de faizi ile birlikte geri alıyorsunuz. Size ait olmayan bir şeye sahiplenmenin günah olduğunu biliyorsunuzdur herhalde!

***

Konya'da siyasi partiler kongrelerini yapıyorlar. AK Parti olağan il kongresini yaptı. MHP'de ilçe kongreleri yapıyor. Bu seferki kongrelerde heyecan had safhada! Delegeler büyük bir aşk ve şevk ile yöneticilerini seçmek için sandık başına gidiyorlar. Oy kullanma özgürlüğüne sahip delegeler aday seçme özgürlüğüne sahip değiller. Bütün adaylar Genel Merkezler tarafından belirlenmiş. Delegelere sadece belirlenen ve ellerine tutuşturulan listeleri sandığa atmak kalıyor. Bu zor ve vebal gerektiren (maazallah yanlış bir adaya verecekleri oy hem bu dünyada hem de ahrette başlarını ağrıtabilir) işi gerçekleştirdikten sonra huzur içerisinde evlerine dönüyorlar.

Demek ki İLERİ DEMOKRASİ dedikleri şey böyle bir şeymiş.

Biz genç iken bir fıkra anlatılırdı demokrasi ile komünizm arasındaki farkı anlatmak için. Fıkra şöyle idi yanılmıyorsam. “Komünist ülkelerde insanı akşama kadar çalıştırır akşam eve giderken eline bir balık tutuşturup, hakkın bu derler. Demokrasilerde ise eline bir olta verirler ve içinde belli sayıda balık olan bir göle gönderirler balık avlaman için. Ancak ne kadar çabalarsan çabala tutacağın balık göle bırakılan balık sayısının üstüne çıkmaz. Sen bunu bilmediğin için nasip bu kadarmış der evine dönersin.” Evet, fıkra böyle idi tamı tamına olmasa da.

İleri demokrasi içinde şöyle bir şey anlatsak yanlış olur mu acaba. “Eline bir olta verirler ve bir göle gönderirler seni balık tutmak için. Sen oltanı atarsın göle balık yakalamak için. Bu arada gölde bulunan ve sistem tarafından görevlendirilen balık adamlar senin oltana bir balık takarlar. Senin bunu reddedip yeni bir balık tutma özgürlüğün yoktur.  Yakaladığın! Bu balığı evine götürü ve çocuklarına ballandıra ballandıra balığı nasıl tuttuğunun macerasını anlatırsın.”

Tutacağın balık konusunda seni özgür bırakmayan İLERİ DEMOKRASİ, balık tutma maceranı hem de abartarak başkalarına aktarmana müdahale etmez. Hatta yakaladığın bu büyük balık! için yöneticilerden bir de teşekkür alırsın.

Nasıl böyle bir demokrasi için insan her şeyini vermez mi?

***

Cumhurbaşkanlığı Özel Danışmanı ve AK Parti İzmir Milletvekili Binali Yıldırım, "Yeni Türkiye'nin yeni yol güzergâhında nöbet değişiminde Başbakanımız Ahmet Davutoğlu'nu iş başına getirdik, görev verdik" demiş.  

Sayın Binali Yıldırım, niçin bütün Türkiye'nin bildiği bu gerçeği Başbakan Davutoğlu'na bir kez daha hatırlatma ihtiyacı duydu? Ankara'da yolunda gitmeyen bir şeyler mi var acaba? Davutoğlu, ikinci Mesut Yılmaz veya Tansu Çiller olma hevesine mi kapıldı?

Uyanmak yok, uyumaya devam!