Büyük ölçüde bilinçsiz düzeyde kalmasına rağmen, varlığımızın bir sonu olduğunun ve her birimizin bir gün ölmesi gerektiği gerçeğinin, düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımızın üzerinde derin bir etkisi vardır. Yaşamın sonunun olduğu farkındalığının sebep olduğu korku ve duygusal ıstırap o kadar acı vericidir ki kendimizi bundan korumamız gerekir.
İnsanlar, kendi ölümleriyle doğrudan yüzleşmekte zorlanırlar. Bu nedenle, ölüm gerçeğini bilinçaltına baskılar ve bu gerçekle başa çıkmak için çeşitli savunma mekanizmaları geliştirirler. Varoluşçu bazı psikologlar Victor Florian ve Mario Mikulincer'in (2004) gözlemledikleri gibi; "Kişinin kendi ölümlülüğünün farkında olmasının yarattığı felç edici korku, ölüm gerçeğinin inkarına ve ölümle ilgili düşüncelerin bastırılmasına yol açar".
Çoğu insan nadiren ölüm hakkında düşünür. Bununla birlikte, bilinçsiz bir düzeyde, nihai sonumuzun olduğunu bilerek ölüm kaygısı hissetmek, hayatımızın önemli yönlerini etkiler ve eylemlerimizin çoğunu etkiler.
Terör/Korku Yönetimi Teorisi (TMT) araştırmacıları tarafından yapılan deneysel çalışmalar, ölüme dikkat çekildiğinde insanların, davranışsal tepkilerini değiştirdiklerini ve belirli savunma mekanizmalarına daha çok başvurduklarını göstermiştir.
Bir deneyde deneklerin bilinçaltı, “ölüm” kelimesine maruz bırakıldıktan sonra, kendi etnik gruplarının veya milletlerinin dünya görüşünü daha güçlü bir şekilde savunurken, aynı zamanda dünya görüşleri kendilerininkinden farklı olan diğer grupların üyelerini aşağıladıkları gözlemlenmiştir (Solomon, vd, 2015).
Bir diğer deneyde, yine, “ölüm” kelimesine maruz bırakılan yargıçların, kontrol grubundaki (yani ölüm kelimesine maruz bırakılmayan) yargıçlara göre daha şiddetli cezalar verdikleri görülmüştür.
Sonuç olarak, deneysel bir ortamda, bilinçaltı "ölüm" kelimesine maruz bırakılan bireylerin tutumlarında ve eylemlerinde önemli değişiklikler yaratabiliyorsa, insanlara ölümlerini hatırlatan gerçek dünyadaki sayısız olayın güçlü etkisini belki de sadece hayal edebiliriz