"Mayısta gönlüm delidir"der Sabahattin Ali bir şiirinde, ben de "Nisan netamelidir" diyorum. Neden mi? Arz edeyim.
***
Tarih kitapları okuyan dostlarıma bayılırım. Sabır ister yıllar, bazen yüzyıllar öncesine ait ayrıntılara dalmak. Bazen sevindirici şeyler okursunuz, içiniz genişler; ama daha da çok üzücü şeylerdir okuduklarınız: kılıç şakırtısı, top-tüfek patırtısı, kan, gözyaşı...
Doğrusu ben iyi bir tarih okuru değilim, hele hele okuduklarımı aktarmakta fena halde başarısız olduğumu biliyorum. Şu tarihte şu olmuş, bu tarihte bu başa geçmiş türünden bilgilerden ziyade içinde söz konusu dönemlerde halkın yaşayışına, kültürüne, geçim durumuna, fikri hayatına dair enstantaneler beni cezbeder. Bu nedenle olsa gerek, hatırat okumaktan büyük zevk alırım.
***
Tarih okuyan dostlarımız bugünlerde koyulaşan sohbetlerin en gözde konuşmacıları olmaya aday. Sohbetlerin konusu tahmin edebileceğiniz gibi "1915 Olayları." Ben kendimi bildim bileli bu konu her yıl Nisan ayı geldiğinde ülkemizin gündemine gelir. Gerek yazılı olarak gerekse sözlü olarak ateşli reddiyeler düzülmesi gelenek haline gelmiştir. Ne ki artık reddiyeciler kadar kabulcüler de ateşli. Bir de barışçılar var kanaatime göre, benim gibi, iki ateş arasında kalmış.
***
Hatırlamıyorum kaç yıl geçti aradan, yine bir Nisan ayıydı ve Türkiye ve Ermenistan Devletlerinin yöneticileri arasında kıyasıya bir söz düellosu yaşanmıştı. Düellonun konusu olan olayın yaşandığı tarihte bu iki devletin de henüz kurulmamış olması herhalde işin hak-hukuk meselesi değil de siyasi bir mesele olduğunun en büyük deliliydi. Sanıyorum etkili siyaseti kendi vatandaşlarından başkasına yapamayan siyasetçilerimiz bu alandaki başarısızlıklarını baştan kabul etmişlerdi ki sözlerini sürekli "bu konu siyasetçilerin işi değil tarihçilerin işidir, bırakalım onlar konuşsunlar, tartışsınlar ve karar versinler" diyerek bitirirlerdi. Bal gibi de siyasetin konusu olan, siyasetçinin çözmesi gereken bir sorunla başa çıkamayınca tarihçileri göreve çağırmak tam anlamıyla topu taca atmaktı.
***
Tarihçilerin de birer insan olduğunu, onların da birer milletin mensubu, birer devletin vatandaşı, birer ideolojinin taraftarı, birer tarih yazım ekolünün müntesipleri vs. vs. olduğunu bilmeyen, biliyorsa da unutan, daha doğrusu bile isteye görmezden gelen bu siyasetçi tipini değiştiremediği müddetçe daha nice Nisan gecelerini aynı karabasanı tekrar tekrar görmekten korktuğu için uykusuz geçirecektir bu millet.
***
Yukarıda değindiğim gibi tarihte sevindirici olaylardan çok üzücü şeyler kayıtlara girmiştir: kılıç şakırtısı, top-tüfek patırtısı, kan, gözyaşı... Nasıl ki insanlar arasındaki kan davalarının sonu gelmez, milletler arasındaki kan davaları da bitmez. Özellikle aynı coğrafyayı paylaşan milletler bunları bir yana koyup geleceği inşa etme kararlılığını gösteremezlerse o bölgede hesapları olan bölge dışı güçlerin oyuncağı haline gelirler.
Evet, tarihten ve acılardan ders alalım, ama tarihe ve acılara esir olmayalım. Özellikle de bütün derdi koltuğunu daha uzun bir süre kaptırmamak olan siyasetçilerin bunu yapmasına izin vermeyelim.
***
Ben görüyorum, duyuyorum, okuyorum: bu milletin kâhir ekseriyeti, en azından Türkiye Cumhuriyeti kurulalı beri, Taşnak ve Hınçak Komitacılarıyla işinde gücünde (ve kendi dinince ibadetinde) Ermeni'yi birbirinden ayırmayı bilmiştir. Ermenilerin adına politika ve eylem üretenlerin de İttihat Terakki paşalarıyla işinde gücünde Türk'ü (örneğin diplomatları) birbirinden ayırmayı bilmesi gerekir.
Unutmayalım, ahlakın temel ilkesi "sana yapılanları sen de başkasına yap" değil, "sana yapılmasını istemediklerini sen de başkasına yapma"dır.
***
Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)